8.10.12

altını çizdim: katre-i matem - iskender pala


sevmenin cinnetle cennet arasında durduğunu
kim bilebilir? (10)

 bir kerre dokunursan
teline saz-ı derunun,
bin türlü nevazişle
düzelmez bozulunca (21)

büyüklerimiz bimarhanelerde
hastalar kendilerine zarar vermesin diye
zincirle bağlama usulünü geliştirmiş.
ama biz aynı zincirlerle
zavallı hastaları döverek
akıllandırma yolunu icat etmişiz (4)

karısının kollarından biri
kapının mandalına asılmış,
diğeri tavana bağlı
bir ipte sallanıyordu.
dizlerinden koparılmış uyluk ve ayakları
ocak boşluğunda haç misali
birbirine çatılmış,
kemikleri ortaya çıkarılmıştı. (58)

ikinci gün sargılar açıldığında
elinde paslı aynaya
hayretle bakıyor, inanamıyordu.
gerçekten de çehresine
şahini andıran bir eda gelmişti.
kaşlarının uçları şakaklarına doğru
yukaarı kaldırılmış,
ortası da neredeyse birleştirilmişti. (63)

 güz mevsimi geldiğinde,
lale soğanlarını gömmeden evvel
bu kaplumbağaları toplar,
iki gece tahta kasalar içinde bekletir,
bu sırada kasaların zeminine
değişik renklerde toprak boya yığar,
boyaların arasına nane ve
fesleğen unu karıştırıp
kaplumbağaların onunla beslenmesini sağlar,
sonra onları boş kasalara alıp
iki gün aç bırakır ve
bu sefer de önlerine yiyecek olarak
lale soğanları koyardı. (83)

taze toprak kokusunun
ölüm kokusu da demek olduğunu
ilk defa farkediyorlardı (122)

"sadi! ne kadar vefasızmışsın.
bunca yıl geçti,
ne bir haber, ne bir mektup"
ona dedim ki:
"ey sevgisi kalbimde yer eden selvi boylu!
senin yüzünü görme bahtiyarlığından
ben mahrum iken,
o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?" (138)

kendisiyle sevineceğin şeyler
az olsun ki,
 kaybettiğinde üzüleceğin şeyler de
azalmış olsun. (173)

geçen kış tekkenin
tavuklarına dadanan bir tilkiyi
tuzak kurup yakalamış,
iki gün sonra da kuyruğuna
çıngırak bağlayarak salıvermişti.
bütün istanbul kış boyunca
çıngırakla dolanan o tilkiyi konuşmuş,
avcılar bile vurmaya tenezzül göstermemişti.
zavallı hayvan! (184)

aklın tamam olduğu vakit söz azalır (197)

bir lale, tevhidin sembolü olan
elife benzer. (198)

busbecq, kendi ülkesinde
kulak kenarına çiçek takma alışkanlığını
bilmediği için delikanlıya sormuş.
"bu başındaki ne" diye.
delikanlı serpuşuna iliştirdiği laleyi unutup
onun bezi kastettiğini sanarak
"tülbent" demiş.
elçi de çiçeğin adının
tülbent olduğunu sanarak
dostuna yazdığı mektupta
"tulipan" diye yazmış.
o günden sonra felemenkler,
gurbete düşen kızımızın adını
tulipan olarak çağırmış. (212)

ona karşı öyle bir arzum var ki,
bu arzuyla Allah'a yalvarabilseydim
tüm günahlarım bağışlanırdı.
bu arzuyla dua edip istesem,
vahşi hayvanlar merhamete gelirdi.
içimde öyle bir alev yanıyor ki
söndürme arzusuyla su içsem, boğulurdum. (213)

kimi mukim, kimi konargöçer tafesinden
müslümanı,yahudisi, ermenisi bir arada,
hırvat ve ırgat uşakları,
at eti yiye tatarından,
bitine kantar vurur kürdünden,
çerkes'i hırsızından,
megril'in nursuzundan,
abaza'nın kuduzundan,
nasrani'nin domuzundan
bilcümle evbaş ve kallaş
elli kadar adam dumanlara boğulmuş
kimi cübbesinin altındaki susaktan şarap
kimi kuşağındaki curadandan
esrar çeker vaziyette
devlet, millet, namus, din, iman
nutukları söylüyor ve dinliyordu. (322)

istanbul'da artık her gün
böyle cinayetler işleniyordu.
bu yüzden, ölen adamın kendisine benzediğini, 
öldürenin de onu kendisi zannederek
öldürdüğünü hiç bilemeyecekti. (325)

kalabalığı üç kişi yönlendiriyordu;
kahveci ali usta,
manav muslu beşe,
ve arnavut patrona halil ağa. (337)

bildiklerinden inanmak istedikleri,
onun vaktiyle bir patrona gemisinde
çalıştığı için patrona lakabıyla anıldığı,
halk arasında düzgün ahlakı,
dini bütün kişiliği
ve tutarlı davranışlarıyla
saygınlık kazandığı,
esnaf arasında sözü dinlenir,
akıl sorulur bir kanaat önderi olduğuydu. (341)

mahkumların hepsi birden
neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
şimdi birer ikişer kapıları açılıyor,
"uçun şahbazlar, koşun yiğitler!
küfür ile azanları yola getirmek üzere
patrona halil ağanın bayrağı altına koşun"
nidalarıyla zindan yanmadan boşalıyordu. (387)

alev tam bir müdafaa hattı gibi
önlerini kesmişti.
şimdi çevrede yüzlerce insan
yalnızca dua ediyor, ağlıyordu.
içeride zincirlere vurulmuş deliler vardı
ve ne içerdekiler dışarı çıkabiliyor
ne dışardakiler yardıma gidebiliyordu. (392)

kimbilir belki de içlerinden bazıları
alevlerle konuşmuş, sarmaşmış,
kucaklaşmış, bir sevgili gibi
bağrına basmıştı.
yıllardır gönüllerinde yanıp duran
ateşin şiddetiyle belki de
bedenleri yanan ateşi hissetmemişlerdi.
hatta belki de ateş,
bu uzun birlikteliğin hatırasına,
onları hiç yakmamıştı (400)

tomruk emini,
sadrazam ibrahim paşa'ın cesedini
gördüğü an, işlerin daha da
kötüye gideceğini anlamıştı. (402)

cüce iki avucunu çanak gib birleştirip
ağzıyla üflüyor,
sonra öne doğru avuçlarını boşaltıyordu.
birden avuçlarından salonun içine
atmacalar uçmaya başladı. (443)


4 yorum:

  1. tamamı çizilse çizilecek bir kitap :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kıyamadım, aralarına yapraklar koydum karalamamak, işaretlememek için. normalde de altını çizmem satırların, ama buna nokta koymaya bile kıyamadım.

      Sil
  2. mutlaka cizerim altlarini .ara ara acar bakarim
    katre-i matem cizilmek icin rafta bekliyor cuvaldizim .
    su an tolstoy okumaktayim ;)
    hayirli bir hafta diliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. benim de tolstoy'um bekliyo rafta, hacı murat(: çok tamamlamışız birbirimizi:)

      Sil

 
;