10.5.20 5 yorum

ayv gaddı pavır




ben sahip olduğum her şeyi çok seviyorum.
zannetmeyin ki sahip olduklarım beni germiyor,
üzmüyor, kırmıyor kırmadı.
tercihlerim yüzünden kendimi hiç sorgulamıyorum.

zannetmeyin ki prenses gibi büyüdüm;
hiç travmam olmadı,
hep kendimi ifade etme özgürlüğü bulabildiğim alanlarda varoldum.

zannetmeyin ki sabrım sınanmıyor,
insanların bana ve herkese eşyası gibi davranıp
hükmedip kontrol etmeye çalışmasından
zaman zaman bunalmıyorum.

ama hepsinin üstesinden
her sabah yeniden başlamak üzere uyanarak geliyorum.
bunlar senin diyorum.
başka kimsenin değil, SENİN.
çemberinin içinde mutlu olmak
ve kıymet bilmek zorundasın.


çünkü yarın bir daha yürüyemeyecek diyebilirler senin için.
çünkü nefes alıyorum dediğin yerden
uzaklaşıp kimseyi tanımadığın yerlerde
kelimenin tam anlamıyla tek başına bir hayata başlayabilirsin.
çünkü hayalini kurduğun şeyler için
onlardan vazgeç diyebilir
ve diretebilirler.

çünkü sen bunların hepsini yaşadın.

ve sahip olmadıklarına üzülüp imrenmek yerine;
eziğiyle çürüğüyle
sahip olduklarına kıymet verip
saygı göstermeyi öğrendin.
çünkü ne yapman gerektiğinden çok;
ne yapmaman gerektiğini öğrendin.

aile olmak, arkadaş olmak, evlat olmak,
anne olmak çok zor.
hepsini aynı anda olmaya çalışmak çok daha fazla.


ama sanırım berilin üstünde yazan
süper gücüm bu benim;
ben sahip olduğum her şeyi çok seviyorum.


27.4.20 19 yorum

Şimdi arkadaşlar tam olarak nerden başlayayım bilmiyorum.

helöööö!

kimsenin gelmediği, gelip de görmediği,
görüp de okumadığı bloglarınız yerlerinde duruyor mu?

kimsenin birbirini tanımadığı ama hediyeler gönderdiği,
mail atıp hal hatır sorduğu,
şöyle yazmışsın ya canın sıkkın gibi dediği yazılarınız ne kadar tozlandı?

yazmaya elinizi götürmeyen meşgalelerinize,
bunalımlarınıza, bezginliklerinize değdi mi?

benim değmedi anacım.

ben kendimi aylaaar yıllar sonra
gecenin bir yarısı
açayım şu bilgisayarı da bir derdimi dökeyim derken buldum.

çünkü geçen zaman içinde derdimi anlatabileceğim kişi sayısı
neredeyse sıfırlandı.
çok şükür ben öyle büyük dertleri olan biri değilim ama
ruhumdaki bug yüzünden en ufak derdi bile paylaşıp
çözüm bulma arayışındayım.
bulabiliyor muyum? nö.
olsun, ya bulursaydım?

neyse velhasılkelam,
sanırım ben seksen yaşını görebilsem bile
tüm teknolojik gelişmelere, uygulamalara,
on saniyede birbirine ulaştırabilen güncellemelere rağmen 
gelip bloğumda tın tın yazıyor olacağım.

biri beni okusun da derdime derman olsun diye değil,
yanlış anlaşılma olmasın her zaman öyle bencilliklerim yoktur.
belki birinin derdini unutmasına yetecek bir şey önerebilirim diye.

yazmak çocukluğunun geçtiği kasabanın
pastanesindeki kuru pasta gibi.
ara ara düşüyor insanın aklına,
bazen öyle erişilmez ki geçti diyorsun.
bulsam da o tadı alamam.

ne yazan aynı duygularla yazıyor,
ne okuyanın hevesi kalmış uzun uzun okumaya.

çünkü insanlar vakit harcanan şeylerin özünü anlamaktan
çoktan vazgeçti.

olsun, ya geçmeselerdi?

ben bu sefer okumaya geldim.
çok zaman geçmiş, yazmamışsın demeyin.

hanginiz neler yazmış,
kimler neler yaşamış neler öğrenmiş
bize tecrübelerini nasıl anlatmış,
hangi gençler hayatlarındaki sıkıntılardan yazarak uzaklaşabileceğini
blog açarak paylaşabileceğini keşfetmiş,
görmeye geldim.

tanışalım mı?






 
;