30.12.14 6 yorum

baloncuk mu bunun yanakları? patlar mı semmma?

gummornin okuyucu!

en son sonbaharda yazmıştım,
bak kış geldi.

allah dışarda kalanlara,
yakacak bişeyi olmayanlara,
çocuğuna istediği montu alamayanlara yardım etsin.
bizim rızkımızın fazlasını kessin hep onlara versin,
üşüyen çocuk kalmasın inşallah.

 bi de anneler hasta olmasın okuyucu.
babalar hasta olunca bakan oluyo da
annenin hastalığı fena.

dün bi ateşlendim,
dedim şimdi burda bayılır kalırsam berilto ağlarsa
korkar susmazsa kimin nerden haberi olcak.
anneler hasta olcaksa da babalar evdeyken olsun.
inşallah dinimiz amin.

 günlük temennilerime burda son verirken
yayında ve yapımda emeği geçen
şaka şaka.
du fırsat bulmuşum yazmaya, gider miyim hemen.
(bkz: okuyucudan gelen allam yine yakalandık tepkisi)

rüyamda meril sitripi gördüm okuyucu.
anneliğin ilk yılı ne tatlı dimi dedi.
valla öyle merilcim dedim, oturduk kahve içtik.

şaka yapmıyorum, olay aynen böyle gelişti.
bu arada bana bazı bilgiler verdi ama
özel hayatını ifşa etmemek için söylemicem.
benim kadar olmasa da ünlü biri neticede.

anneliğin ilk yılı çook tatlı bişey okuyucu.
insanın burnunun direği sızlıyo büyüyünce unutursam bugünleri diye.
her anını buldumcuk gibi kaydetmeye çalışıyosun.

babası ağzına hunharca portakal dayarken
ay napıyosun tepkisi vermen gerekirken
telefon nerde, ay telefon nerde, dur dur vüdyoya çekcem
aman yarabbiiiğm çok datlııı şeklinde
dünyadaki tek çocuk seninmiş gibi türlü şebekliklere giriyosun.

ilk aylarda gözün korkuyo ama sonra alışıyosun okuyucu.
en ufak bi mırıltısından
-mırıltı diyorum çünkü berilto bildiğin miyavlıyo-
aç mı, üşüdü mü, kalkmak mı istiyo
hemen anlıyosun.

insanlara defalarca aynı şeyi anlata anlata
engiin sabır denizinin bi damlası oluyosun adeta.
çocuk gelmiş dördüncü ayına, tosun gibi olmuş
hala "az emdi ya doymaz bu"lar devam ediyo.

bi bakıcak için eriycek demişlerdi,
aynen öyle oluyo okuyucu.
bi bakıyo, için eriyo.
herkes çok sevsin istiyosun,
en çok babasını sevsin istiyosun.

buldumcuk olmuşum dimi ben biraz?
muhtemelen bi iki seneye
"bıktım bunun oraya buraya işemesinden" kıvamına gelicem.
az sabır.

kendimi tutmasam sayfalarca beriltodan bahsedicem,
du gidiyim azcık seveyim bıkayım da öyle geleyim.
arada böyle baş ağrıtırlıklarım vardır.



 




13.12.14 3 yorum

g'nayt okuyucu!

ben bisey sormaya geldim,
bazi insanlar kendi hayatlarini yasarken
baskasininkinden caldiklarinin
hic mi farkinda degil?




28.11.14 4 yorum

kız çocuğu, anne olunca anladığındır..


kız çocuğu her annenin süslü hayalidir okuyucu.
kendi içinde büyütemediği çocuğu
hayata geri döndürme telaşı.

annesinin ayrılmayan parçası,
babasını karşılıksız sevecek tek dişi.

bazıları için prenses,
bazılarımız için kendi ayakları üstünde güçlü dursun,
kimse için karar vermesin diye
doğduğu andan itibaren her kararına riayet edilen minik prensip abidesi.

kız çocuğu yatarılmışların en naifidir okuyucu.
zarif, kırılgan.
bi gülücüğü için maymun eder insanı,
yeter ki ağlamasın diye saatlerdir ağrıyan ayaklarının üstünde
zıp zıp zıplatır,
tutmayan dizlerinin bağı çözülür her dudağı büzüldüğünde.

yorgunluklarının hepsini hiçe saydırır.
acaba ateşlenecek mi diye geceler öncesinden sen ateşlenirsin,
dökülen teline kıyamazsın saçının.

kız çocuğu annesinin elini en güçlü tutandır.
başka ele ihtiyaç duymazsın artık,
önceden yanımda olsun beni anlasın istediğin insanlara artık
kendi tercihi diyerek bakarsın.
 hayatının yönünü değiştirebilirsin hiç düşünmeden
onun baktığı tarafa doğru.

yeter ki onun mutsuzluğuna sebep olmasın,
hiçbi şey için ne yaparım bundan sonra diye düşünmezsin.
kız çocuğu annesine her dokunduğunda güç verendir.

belki de bu kadar muazzam bi varlığı
kendi bedeninde taşıdığın için bu kadar güçlenirsin.
bu kadar umursamazsın artık insanların tavırlarını.
neden demelerin yerini
hep bundan sonra yapamazsınlar alır.

kız çocuğu annesinin yere yeniden sağlam basan ayaklarıdır.

bi an önce büyüsün elini daha kocaman tutsun istersin.
yarım yamalak konuşsun, anne desin.
dünyayı seninle keşfetsin,
yeri gelsin senin dünyanı beğenmesin daha iyisine sahip olsun.

rahatsız olmasın diye ellerini kapatmadığın,
sonra canı acımasın diye uykundan uyanıp ellerini tuttuğundur.
canı acımasın diye bu kadar uğraşırken
ilerde başkalarının hiç umursamadan
ona unutamayacağı hayal kırıklıkları vereceğini düşünmeye tahammül edemezsin.
ama onları da bu kadar sevgiyle yetiştirmiyolar mı diye düşünürsün,
şimdiden onu üzecek herşeye kin beslersin.

belki bu sebepten daha fazla seversin,
daha fazla seversem daha az üzülür
kalbini ne kadar sevgiyle doldurursam o kadar mutlu olur dersin.

kız çocuğu en ince detayı hesapladığın,
kendini hep yetersiz hissettiğin,
hep az kaldığındır.

daha dünyadaki iki ayını doldurmamışken
büyür, güvenir, evlenmek ister;
o başkası onu sevmeyi nerden bilebilir,
gerçekten onun için yaşamayı nasıl öğrenebilir onu içinde taşımadan,
kendinden daha önemli nasıl tutar,
nasıl onun incinmemesi için kendini feda eder diye gözlerin dolar.
bunu kimsenin yapmayacağını bilirsin.
yatağına bakıp ağlarsın
o giderse ben ne yaparım diye.

kız çocuğu,
anne olunca anladığındır.

öptüğünde bütün yaralarını iyileştirendir.
rüzgarda saçları uçuşsun, bütün yaraları iyileşsin istediğindir.

bütün gün sana yapışık yaşasa, kucağından bıraktığın anda ağlasa bile
babası gelip ona gülümsediğinde
"acaba beni sevmiyor mu" diye bi an düşündüğündür.

kız çocuğu her üzüldüğünde
ölmeye bi adım daha yaklaştığındır.




 
24.11.14 20 yorum

aslında kök söktürdü de bakma ben pozitivistim


melaba okuyucu!

beril sare öğrenmeye çok meraklı bi bebek.
meselam doğar doğmaz "bana süt verme nasıl yapıldığını öğret" dedi.
ailecek çok şaşırdık.
şaka şaka. hiç şaşırmadık.

aslına bakarsan dünyadaki ikinci ayını devirdi.
ilerde olur da blogger bi hışımla beni bloglar dünyasından silmezse,
olur da internet dünya üzerinden yok olmazsa,
olur da beril sare okuma öğrenir blogları keşfeder
benimkine rastlar anamdan başka deliler varmış der
sonra annesi olduğumu farkeder geriye doğru tüm postları okumaya başlar
ve bu posta denk gelirse
ilk iki ayında neler öğrendiğini görsün istedim.
şimdi kağıda yazsam enverin faturalarıyla atarım falan..

doğar doğmaz kocamaaan bi ailesi olduğunu öğrendi.
iki metrekarelik hastane odasına
yetmiş iki kişi sığıp hep bir ağızdan
"oooğğğ çoğ datlıııı" diyen başka aile yoktu bizden başka.

bahçede bekleyen amcalarından,
odada başından ayrılmayan teyzelerinden
akraba olmak için kan bağına
gerek duyulmadığını öğrendi.

doğumdan sonraki ilk yarım saat içinde
retricadan tut, xnretrodan çık
onlarca fotoğraf programının varlığını öğrendi.
altmış günlük ömründe altmış bin fotoğrafı var haspamın..

ilk gece horlamayı öğrendi.

miyavlar gibi ağladığında halasının ve annesinin
saatlerce güldüğünü gördü,
ben bunları hep mutlu edeyim diyip sürekli ağlamayı öğrendi.
iki gün öncesine kadar da unutmadı..

kaşları başta olmak üzere
bütün uzuvlarını senkronize şekilde yedi yirmidört
oraya buraya sallamayı öğrendi,
uyku da dahil..

dokunmayı öğrendi.
doğduktan sonra ilk iki üç gün eldiven taktım.
sonra bana çekmiş olabileceğini düşünerek
ellerinin kapanmasından rahatsız olduğunu hissettim.
eldiveni çıkardım, motor beyin gelişimine de çok faydası var dediler.
ellerine hakim olmayı öğrendi.

ilk haftadan beri eldiven takmıyorum,
bi iki kez ağlama krizinde yüzünü çizdi, o kadar.

ne kadar sarılı, kaç kat örtülü olursa olsun
uyurken ellerini dışarı çıkarmayı;
hatta eskaza bilmeyen biri örterse uyanıp sinirlenip
o elleri tekrar çıkarıp ters bi bakış atmayı öğrendi.

sarılık oldu, annesinden babasından ayrı kalmayı öğrendi.

banyo yaparken suyla oynamayı öğrendi.
ilk haftalar zordu ama artık bayılıyo.
kurulanırken arıza çıkarmayı ihmal etmiyo tabi yine..

kandırmayı öğrendi.
bildiğin üçkağıtçı, gören herkes ilk bakışta anlıyo.
kalkmak için sanki bi yerine iğne batırmışsın gibi
çığlık çığlığa ağlıyo.
ama ayağa kalkarken yaptığımız o hamlede
anında susup gülümsemeye başlıyo.
olur da dizlerini kırıp oturur gibi yaparsan tekrar aynı hadise.

yok artık dedim denedim,
yatarken ağladığında ellerimi uzatıyorum,
daha ona ulaşmadan susup gülüyo.
bırakıp geri çekilirsem tekrar aynı şey.
kim öğretti buna bunları bi bulsam..

bi aylıkken gülmeyi öğrendi.
bi ay iki haftalıkken babasını her gördüğünde gülmeyi,
bi ay üç haftalıkken babası her "gül bakiyim kızım" dediğinde gülmeyi.
umarım hiç unutmaz,
çok ihtiyacımız olucak..

yine bir aylıkken benim diğer insanlardan farklı olduğumu öğrendi.
allahım nasıl bi mutluluk..
başkasından benim kucağıma geldiğinde
dakikalarca burnunu boynuma sürtmeyi,
koklaya koklaya yerleşmeye çalışmayı,
kafasını vura vura doğru yeri bulmaya çalışmayı öğrendi.

yok yav tanımaz daha, çok küçük diyenlere
ben her yanından geçtiğimde bana gelmek için ağlayarak
ve geldiği saniyede susarak
neler bildiğini öğretmeyi öğrendi.

üç haftalıkken perdenin dışında bi dünya olduğunu öğrendi.
kalktığında storları açana kadar oraya bakıp mızırdandı,
ben açıp güneşi içeri sokana dek.

kırk beş günlükken avmlerin ne kadar eğlenceli yerler olduğunu öğrendi.
-bana göre değil, ona göre-

denizi öğrendi.
yağmuru, rüzgarı, soğuğu sıcağı hepsini.
ilk karı büyüdüğünde görsün istiyorum ama,
ilk dokunduğundaki tepkisini çekebilmek istiyorum.

en çok yağmur sesini sevdi,
ne biçim mutlu oldum.

dedenin en çok cilve yapılacak insan olduğunu öğrendi.
çocuk resmen dedesine kirli çıkı muamelesi yapıyo,
baktı sürekli bişeyler getiriyo,
dedeyi gördüğü zaman bi konuşmak bi gülmek.
arada böyle çıkarcılıkları olucak diye çok korkuyorum okuyucu.
inşallah annesine çekmiştir de en sevdiği kişi
dedeleri olduğu için böyle yapıyodur.

inanmazsın okuyucu, poz vermeyi öğrendi.
kameraya cilveli cilveli bakıyo,
kumandayla denedim acaba kamera sanar mı diye,
ama yok telefon ve fotoğraf makinesine ayrı bi bakıyo.

sabretmeyi öğrendi.
sanırım en büyük başarım bu.
zavallı yevrum annesi fotoğraf çekmek için
onu soyup dakikalarca rujlarla orasını burasını öperken,
tüllere dantellere sararken,
saçma sapan kostümler dikip giydirirken gıkını çıkarmadan bekliyo.

normalde yatırsan mümkün değil durmaz,
deli deliyi görünce değneğini saklar mottosundan yola çıkarak
bu kadın nasısa bildiğini okur, en iyisi ölü taklidi yapmak diyo.
sabrediyo bana evladım.
ah çok vefalı okuyucu, çok..

maalesef, maalesef ve maalesef televizyonu öğrendi.
tesadüfen oldu, biz dikkat ediyoduk ama oldu bi kere.
şimdi sakinleştirmek için mecburen kullanıyorum
ama biraz büyüyüp anladığında nasıl birden kesicem
 hiç fikrim yok.

neyse allah başka bağımlılık vermesin de..

bi de annesi post yazmaya başlamışken
özellikle uyanmayı öğrendi sanırım,
valla kendi bilir kendi kaybeder ben daha yazcaktım
neler neler de öğrenmişti tey tey ama mızırdanıyo,
koşmam ger






23.11.14 0 yorum

bi şemsiye, bi sokak, bi düşünmeden yürümek.

beril uyusa da
yağmur yağsa da
kulaklığı takıp cocorosie dinlesek..






19.11.14 13 yorum

amanın minnak minnak

of ki ne of okuyucu..
alaycı kuş'un birinci epizodu gösterime girerken
ben evde berile anneeyciiym diyo olucam..
güne böyle başlamak paha biçilemez.

neyse gummornin.
bugünkü meselemiz bebenin nesini nerden al.
 ben doğumdan önce çok blog karıştırdım,
belki benim yazdıklarım da birilerinin işine yarar.

mobilya konusunda civcivli prensesli odalar yerine
daha ekonomik ve sonrasında da kullanılabilir,
en önemlisi benim için farklı zamanlarda
farklı şekillerde dekore edilebilir şeyler tercih ettim.
teraziyim çünkü.
evliliğin birinci ayında fon perde değiştirmek isteyen insanım.

mobilyalar ikeadan.
daha önce yazmıştım zaten.

son dakkaya kadar berilin erkek mi kız mı olduğu konusunda
muallakta olduğumuz için dekorasyon konusunda aklımda iki fikir vardı;
bi ingiliş homdan alınan pembe erengüller,
bi de siyah keçeden bıyıklar.
ehehe bıyık (:

çift taraflı bantla erengülleri mobilyalara yapıştırdım,
bi kaç kişi "aa mobilyaların harika nerden aldıığn"
diyince üç gün mutlu oldum sırıta sırıta gezdim.



 zaman içinde bebeğe hediye gelenler,
oyun halısı mama sandalyesi bilmem ne ıdısı şeklinde
dünya kadar eşya olucak.
o yüzden ilk etapta odayı minimize tutmak en mantıklısı.
ihtiyacın olmayan hiçbişeyi sokma.

altem boya ve hobi evi sabuncu handa,
soldan ikinci dükkan.
sağolsunlar benim bebenin adı hesna değil sare olarak değişti diyince
hemen bi sare yazıp gönderdiler.

hatta ben r harfine dikkat edin olur mu beril benil gibi olmuş dedim.
sonra onlar da sace yazıp gönderdiler,
r harfini değişik bi yerden bağlamışlar hiç okunmuyo.
ama bu olmamış ki dedim
düzgününü yazıp gönderdiler.
haklarını ödeyemem.
ödetmediler de zaten sağolsunlar bizim hatamız dediler.


kiracıyım ev sahibinin duvarlarını delmeyeyim
yüz tane fotoğraf var asılacak diyosan,
ben command cırt cırt bantları denedim.
öyle bi saat falan da bekletmedim astığın gibi duruyo
maşallah beni bile taşır.

bi beşiğimiz var odamızda.
yüzyıllar geçer de beril altı aylık olursa taşınacak inşallah.
ama ilk aylar için anne yanı beşik tercih ettim.
allahım yok böyle bi rahatlık.

gerçi berilto geceleri kalkıp evin içinde gezmek istediği için
çok büyük faydasını görememiştim ama
şimdi karnını doyurup yattığında anlıyorum.

zaten bütün gün kucağında koalasıyla evin yüzünde dolaşan anne
gece yatabilirse ayaklarının sızlamasından uyuyamıyo.
ya da yorgunluktan kafayı koyduğu gibi gidiyo.

bebe decor'un anne yanı beşiğini o-bebek.com'dan aldım.
biraz tereddüt ettim bilindik olmayan bi site,
gugıllayınca bile e bebek mi demek istediniz diyo diye.
ama bi günde gönderdiler.

kıyafet, oyuncak, anne için gereken eşyalar konusunda
butikbebe.com'u öneriyorum.
çok hızlılar, kargo ücretsiz,
fiyatlar da bilinen sitelerin çok altında.

bebek arabasının hafif olmasını ve kolay kapanmasını tercih et okuyucu.
bizimki biraz ağır olduğundan şimdiden tekerlekleri yamulmaya başladı.
hatta ilk etapta pusetli bi araba,
sonrasında baston tercih edebilirsin.

arabamız travel sistem olduğu için ana kucağı da içindeydi.
ama olmasaydı da almazmışım.
çünkü bebeği ana kucağında taşımak tam bir işkence.
fazlasıyla ağır oluyo, kucağa atmak daha mantıklı.

ama mesela mutfakta yemek yaparken berilin yanımda durması için ideal.
bi de misafirliğe giderken koltuğunun kenarına koyduğunda
bebeği oraya mı buraya mı yatırayım telaşın olmaz.
olmaz diyorum, çünkü berille on dakikadan fazla süren
bi misafirliğimiz olmadı henüz.
zırlaya zırlaya kaç kilometrelik yoldan geri döndürdü.
neyse bunu kendisiyle bilahare tartışıcam.

sonra kış bebeğiyse minicik bi yün yorgan yaptır kesin.
kaz tüyü, bilmem ne elyafı, aman da hava aldırıyomuş falan hikaye.
yün yorgan en sağlıklısı.


gaz probleminde yardımcı olsun
hem de o sallasın ben işimi göreyim mantığıyla
kraft'ın elektrikli salıncağını aldım.
bilmem kaç müzikli, ama beril nefret etti müziklerinden.
sallanmaya da yeni alıştığı için
faydasını şimdilerde görmeye başlıyorum.
elzem değil, ben hiçbişey almamıştım bu da benim hediyem olsun diye şeettim. 

salıncağı minimoda.com'dan aldım.
inanır mısın bu kadar ilgili müşteri hizmetleri görmedim.
adamlara manuel sallanıyo mu müzikleri nasıl dedim
sallanıyo, müzikleri de ellerinden öper diyecekler sandım.
numaramı istediler anında whatsapp'tan video çekip gönderdiler.

vay anam bunlar hiçbişey satmıyo mu,
boş beleş mi de hemen bunla uğraştılar diye düşünmedim değil.
ama sonraki alışverişlerimde de gördüm ki
hakkaten müşteri hizmetleri.
benim sitem olsa ben uğraşmam mesela, o kadar.

kılık kıyafet alma okuyucu mümkünse.
yani dedesi başta olmak üzere benim alanım çoktu,
iki tane tulum aldım
dokuz aylık olmasına rağmen şimdiden olmuyo bi kere giydirebildim.
söylendiğinden daha çabuk büyüyolar.

şimdilik aklıma gelenler bunlar,
belki sana da fikir olur, yardımcı olur.
bazen böyle hayırseverliklerim vardır.

öperim :*


 


 
18.11.14 9 yorum

altını çizdim - tür / chase novak




melaba okuyucu!

beriltoyu ayakta sallamaya alıştırdım da
kucağımdan indiği için rahatça ellerimi kullanabiliyorum artık.

fasulye kırmak, post yazmak,
yarım kalan bereleri örmek gibi bi takım işlerin varsa
yaparım yani.

yüzyıllaaaar öncesinden bi masalla geldim sana.
zira artık dakikalar ay gibi geçiyo.

beriltonun hala karnımın içinde olduğu bi yaz günüydü.
babasının bulduğu iki saatlik bi tatilde bile
"esenköye gidelim mi" dediği günlerden.
eygidimey öyle elini kolunu sallaya sallaya gezmeler
kim bilir kaç sene sonraya kaldı.
neyse konumuz bu değil.

peter straub'a çok hayranımdır ben,
yani altı üstü iki kitabını okudum
bi yitik oğlan yitik kız, bi de gece odasında.
bu kadarla mı hayran oldun diceksin,
hayır ilk satırda hayran oldum ben.

ama hamile olduğumu unutmuş olucam ki
tatile giderken kitaplıktan hayalet hikayesini seçiverdim.
en kalın kitap oydu, başka aktivite de yapamadığımdan
anca o paklar diye düşündüm.
hayır zaten kırk yılda bi düşünebiliyorum,
düşünmez olaydım.

sadece elli sayfasını okuyabildim altıyüzyetmişbeş sayfanın,
o da gündüz, ışık açıkken, enver evdeyken.
hayır bi korkunçluğu yok da
ne biliyim ürküyosun sayfaları çeviresin gelmiyo.

bebemin psikolojisi bozulcak ya ben gidiyim de
başka kitap aliyim dedim, kitapçı yok orda.
arada böyle girişimciliklerim olur.

bilmem hangi vıttırıvızzık kadın dergisinin biri
eşantiyon kitap veriyodu, kaptım bi heves.
içinden chase novak'ın tür kitabı çıktı.

kapağında stephen king'in bi yorumu var:

"TÜR, bazen korku, bazen de kara mizahla yüklü
gerçek bir bomba.
Peter Straub'un Hayalet Hikayesi'nden beri okuduğum
en iyi korku romanı"

sendeki de ne nasipmiş be semmma,
neyse vardır bi hayır dedim arka kapağı çevirdim.
konu ne biliyon mu okuyucu?

bebek sahibi olmak üzere olan bi ailenin
başına gelen tüyler ürpertici bi olaylar.
bırak tüyleri, saç diplerin amuda kalkıyo ben sana o kadar diyim.

hamileyken elindeki korku kitabını bırakıp
her sayfasını kendiyle kıyaslayarak
başka bi korku kitabı okuyan bi manyak benimdir heralde.
neyse ki içimden okudum da berilto duymadı.

-altını çizdim-

kıvrık elleri kucağında, ifadesiz gözlerle bebek arabasında
sükunetle oturan oğlanın ağzından kanlar süzülüyor.

açık ki doktorun size hangi malzemeleri kullandığını
söylesem işimi kaybederim, ama dünyadaki
en güçlü ve doğurgan varlıkların dokularını kullanmasının
çok büyük başarı sağladığını bilmenizi ister.

hamilelik dünyadaki her şey kadar doğal
ama içinde bi parça da bilimkurgu var.

hamilelik korkaklara göre değil.

"biriyle evlendiğinde onu mutlu etmek istiyorsun"
"kocan da biriyle evli. seninle.
ama o seni mutlu ediyor gibi görünmüyor."

bazen yaratıklar rüyasında tam yatağının başucunda.
hayır, bu en kötüsü değil.
en kötüsü bunu anlatacak ve onu koruyacak
kimsesinin olmaması.
en kötüsü bu yaratıkların yüzlerinin
anne babasının yüzleri olması.

 -peki ya çocuklarımız?
+onlara ne olmuş?
-onlar kilitliler.

ikizlerin yaşamlarındaki bazı şeyler öngörülebilir.
karanlıktan hemen sonra yatak odalarına kilitlenecekler.
ev hayvanları ortadan yok olacak.
geceleri tuhaf sesler duyacak ama ne olduğunu sormayacaklar.

sınıftan dışlanmışlığını örtmek için
yavaş yürüme stratejisini geliştirdi.
sanki bundan dolayı geride kalıyormuş,
ona eşlik etmek istemedikleri için değil gibi.

korktuğun onların söyleyecekleri değil,
onların zarar görmesinden korkuyorsun.

yetişkinlerin tavırları genelde üzücü, anlaşılmaz, tuhaftır.

gördükleri daha önce gördüğü,
hatta tahayyül ettiği hiçbir şeye benzemiyor.
tam karşısındaki görüntü öyle ki,
bunun anısıyla yaşamaktansa ölmeyi tercih eder.

aslanın çenesi butlarına gömüldüğünde bile
zebra kaçma çabasını sürdürür.
ama ya insan?

bebekler tüm genç memeliler gibi
genetik olarak ebeveynlerine güvenmeye
ve kendilerini hayata getiren kişilere
inanmak üzere kodlanmışlar.

çocukların hep onları kurtaracak biri olduğuna
inanmayı sevdiklerini biliyorum.
belki hepimiz buna inanıyoruz,
belki ben de bir zamanlar inanmıştım.
ama işler böyle yürümüyor.
bizim için olmuyor, kendi başımızayız..

13.11.14 17 yorum

bi keresinde uyumuştum.


melaba dünyalı!

anneler gezegeninden sesleniyorum;
burası çok dağınık!

günlerdir yazamıyorum zira netbookum çamaşır yığınının altında kalmış,
varlığını bile unutmuşum.

az önce bi ışık gördüm, aha dedim beril uzaylılar bize sinyal çakıyo kızım.
beni almaya geldilerse sen babana haber ver akşam.
biraz yaklaşınca farkettim ki netbookun ışığı.
kimbilir belki de bi okuyucu artık yaz diye telepatik bi şekilde
ışığı yakıp görmemi sağlamıştır diye düşünerek
kendimi adeta nobel ödüllü dünyaca tanınmış
okunmazsa ölecek hastalığına yakalanmış yazar moduna soktum.
arada böyle kendini bilmezliklerim vardır.

beirl sıpası kafasını koyar koymaz
-ki kafasını yerleştirmesi bile on dakka sürüyo,
o kadar rahatına düşkün-
aldım elime, du bi yazayım napıyolarmış dedim.
bu arada alelacele yatak toplamak, yemeği koymak,
dünden kalan dağınıklığa anlamlı bi bakış atıp
"ben dönene kadar toplan, aksi takdirde başına geleceklerden sorumlu değilim"
mesajı vermek gibi asli görevlerimi yerine getirdim.

yatak toplamak asli görevim değildir aslında,
beril hanım bizim yorganı sevdiğinden gün içinde belki lütfeder de yatar ümidiyle sürekli açık.
gece örttüğümüzde yorgan bi yadırgıyo, tuhaf şekillere giriyo.

şimdi bebikli okuyucu sana sorularım var.

bizim beril hala karnımdan çıktığının farkında değil.
bütün gün bana yapışık, başkasının kucağına gider de eskaza beni görürse
hıaa benim yerim oraydı çığlıkları atar halde.
gün içinde işlerimi sağ elimle halletmek durumundayım,
sol elimle hep onu tutuyorum çünkü.
tek elle fırçaya macun sıkmayı bile başardım,
bence nevadalı bilim adamları beni incelesin.

bir buçuk aylıklar için önerebileceğin bi kanguru-taşıma aparatı var mı?

babam doğumdan önce kanguru almak üzereyken
yok yav o insanın belini mahveder falan demiştim,
ama artık başedemiyorum.
hayatta tek elle yapılamayacak işler var okuyucu..

sonra emzik tutturmanın var mı kolay bi yolu?

şimdi bu sıpa daha bi buçuk aylık ya, aktivite falan bilmiyo.
tek bildiği emmek, o da yirmi dört saat yapılıyo sanıyo.
dün gece karnı doydu uyudu sandım yatırdım,
yarım saat sonra arkamı döndüm bi baktım capur cupur ellerini ağzına sokmuş
tüketmeye çalışıyo.
hayır hak veriyorum, arada ben de onun ellerini ağzıma sokup
yutmak istiyorum ama bi süre daha kullanması lazım.
bi yazmayı falan öğrense en azından..

yastık, battaniye kenarı, el, pijamanın önündeki kurdela gibi
her türlü materyali cok cok götürüyo ama
emziği bi türlü tutmuyo.
reçele falan batırmayı denedim,
üstündeki bitince sinirlenip tükürüyo.
varsa bi kolay yolu, bildiriverin hayrına.

bunun dışında bu kadar.
yani yaşamsal pek faaliyetim yok.
bi yere gitme girişimlerimizi de on dakika içinde
kendini yırtıp eve döndüğünde hemen susarak sabote ettiğinden
insan içine karışamayacak durumdayım okuyucu.
zaten tipim de buna müsait değil bu ara.

kitap okumak, kahve içmek,
camdan bakıp yağmurun yağıp yağmadığını görmek bile lüks.

beni kucağına al, biraz daha al, daha rahat al şeklindeki bakışlardan başka
bişey gördüğüm yok.
gün sayıyorum, üç aylıkken kucağımdan başka bi yerde durmayı öğrenicek,
dimi biraz bence?


5.11.14 2 yorum

biz çoktan unuttuk dünya dediklerini..



ne çok zamandır bişeyler dinlemiyoduk,
iyi oldu dimi okuyucu?




12 yorum

altı ay kış uykusu fikrini ayılara nasıl kaptırdık anlamak mümkün değil..


melaba okuyucu!

aylık dergi gibi oldum,
otuz günde bi anca yazabiliyorum artık.
nerde günde üç dört post yazıp
onu oku, bunu yap, buraya git diyen semmma
nerde şimdiki koalası boynuna yapışık semmma..
eygidimey.

 şimdi anne adaylarının içini rahatlatmak için
şunu söyleyerek başlayayım;
"kırkı çıksın düzelir" efsanesi gerçek.

he düzü tersinden daha mı iyi olur
orası tartışılır ama
bi düzene girdiği kesin.

beril hanfendinin kırkı çıktı.
bu sürecin ilk on gününü kalabalıkta, sürekli kucakta
geçirdiği için sonraki kısıma adapte olmakta biraz zorlandık.

uyku düzeni yeni oturuyo.
düzen dediysem öyle insan gibi bişey anlama okuyucu.
her üç saatte bir bi saat karnını doyurmak gazını çıkarmak,
yarım saat kucağında gezdirmek,
yarım saat uyutmak için direnmek ve onun mızırdanması
son bi saat de anneye kalan
evi topla-yemek yap-namaz kıl-
vaktin kalırsa yemek yemekle kendine çekidüzen vermek
veya uyumak arasında seçim yapabilirsin şeklinde geçen
sekiz periyoddan oluşuyo günümüz.

kırkımız çıkana kadar sadece
sabah beşle yedi arasında iki saat düzenli uykusu vardı.
sonrasında gün içinde beril ne zaman lütfederse
ben de o zaman kafamı bulduğum ilk düzlüğe koyup
biraz uyuyabiliyodum.

ama kırkımız çıkar çıkmaz sıpa biri cetvelle şekil vermiş gibi düzeldi.
akşam yatma sabah kalkma saatleri belli.
he bana uymuyo, ama napıcan işte ben ona uyuyorum.
ilerde bu özverililiklerimi gerekli zamanlarda
bak südümü helaletmem tehdidiyle söke söke geri almayı planlıyorum.

bu süreyi kendim için özetlemem gerekirse kısaca
oeskihaa limdeen eseryok şimm diiğ diyebilirim.

gözlerim kırmızı, saçım başım darmadağın.
arada bi eyeliner sürdüğümde aynaya bakıp
"pardon bayan tanışabilir miyiz" diyesim geliyo,
düşün o derece perişanım.

ama annelik insana çok katkıda bulunuyo okuyucu.
mesela tek elle yemek yapma, yeme, toplama, temizleme gibi
pek çok özellik kazanıyosun.

burdan aldığım engiiin biyoloji eğitiminin mimarı
sayın evrim hocam yavuzcuğuma seslenmek istiyorum;
evrim varsa anaların tek eli neden yok olmadı olm?
 zira çocuk tutabilecek şekilde sabitlenip işlevsiz hale gelmeliydi.

öyle çok birikmiş işim,
okunası kitabım, düzene sokulası ıvır zıvırım var ki
bugünden itibaren başlıyorum.
başlamak diyince bi aklıma geldi,
okulu da dondurdum ben tezi onuncu dönemde vercem sanırım.


liste yaptım kendime.

o yapılası, bu edilesi diye.
önümüzdeki üç gün berilin odası düzenlenesi mesela.

bi iki mail geldi odayı nası yaptın nerlerden ne aldın diye,
hepsini yazıcam inşallah.

ben şimdi geri döndüm, uu turbolu jet hızlısıyla burdayım ya
sen de geri dön ayda bi bakma okuyucu.
taam mı?

öperim :*



13.10.14 17 yorum

kendi ne kadarlık anne ki tavsiyesi ne olsun postu

gummornin okuyucu!

yavaş yavaş düzene giriyorum,
eskisi gibi yazmaya vaktim oluyo bak.

doğum sürecinde neler olduğuyla ilgili sorularına
hızlıca bi cevap vermeye çalışayım önce.

hamileliğin yedinci ayından itibaren başlayan
aman kordonu boynuna dolandı,
aman kilo kaybetti, soluna yat ye iç kıpırdama,
ha gayret sema 2.400 olunca rahatlicaz sıkıntılarından sonra
hanfendi kordonu falan bi kenara fırlatıp
3.180 gram doğdu.

annesi 13 kilo aldı,
doğumda 6, sonrasında 4 kilo verdi.
ister istemez veriyosun yani,
hamilelikte alınanlar seni korkutmasın.
eğer o süreci abartmazsan
bi ay geçmeden hepsini halledersin diye düşünüyorum.

doğum türkiye gazetesi hastanesinde oldu.
çok önyargılıydım, gitmek istemedim.
içimden "te nerde. inşallah evden oraya gitmeye çalışırken
yolda doğururum da" diye geçirmişliğim bile var.
ilk muayeneye bile "ıyy ne biçim de" diye diye gittim.
ama doktorum kendine aşık etti beni.

ben böyle nerde bi cool insan göreyim,
nerde bi çatır çatır doğru söyleyen,
ben söyliyim de gerisini sen düşün bakışı atan
ama bunu gerçekten iyi niyetle yapan insan göreyim
kafasını yutup midemde yaşatmak istiyorum.

işte doktorum figen ezen işler de böyle.

evin erkeğinin peşinden boynum içime göçmüş,
"öf ben de hiç buraya gelmek istememiştim"
"bi keresinde gelmiştim ne biçimdi"
"ben küçükken geldiydim gözüm bozuktu gözlük vermediler"
"ıy bebek ağlıyo" şeklindeki saçma sapan sitemlerle girdiğim ilk muayeneden
"olm ben var ya bunu yerim!
çok tatlı bee!" efektleriyle çıktım.

dicen ki hastaneyi niye sevmiyon.
böyle parklık bahçelik, bakımlı, mini mini binacıklı,
çalışan herkesin -istisnasız- güler yüzlü, sakin, saygılı olduğu,
bal dök yala kıvamında tertemiz bi hastane.

ama gel gör ki yamukluk bende.
ne zaman biri bana bişeye olan bağlılığından dolayı
bi dayatmada bulunsun, bişey yapalım desin,
o arada kimin ne istediğini değil
gelişigüzel alışkanlıkları falan hesaba katsın
benim beynim eriyo. isyan edesim geliyo,
allaşkına bi mantıklı sebepleri açıkla nolur diye başlıyorum.

he her durumda yine karşımdakinin istediği oluyo, o ayrı.

neyse şimdi bu postun konusu tavsiye niteliğiyse
sonuna kadar tavsiye ediyorum.

figen hanım -ki kendisine figenciiğiiim diyip bi sarılasım var-
kesinlikle normal doğum yanlısı.
belim kırık olmasına rağmen beni öyle güzel teşvik etti,
doğum sırasında "allahınızı severseniz beni öldürün ya sezaryene alııın" diye
defalarca yalvarmama rağmen
bana sakin sakin "bu saatten sonra olmaz canım o dediklerin"
diye sabırla anlattı ki,
milletin canının derdinde olduğu zamanlarında
ben kulak kabartıp o ne diyo diye dinledim.

aynı şekilde hastane personelinden doğum koçu ayşe hanım.
hastası oldum. çok şirin. keşke bizde yaşasa.
"ölücem sandığın an doğmuş olcak bak" diye ilk başta korkutsa da
"ölüyo muyum" dediğimde "ehehe yok bak doğdu" diye
berili huop diye kucağıma atan,
sonra hemen telefonuna sarılıp fotoğraf çeken,
ben doğumhanede ne olduğunu anlamaya çalışırken
"ben sana bunları whatsapptan atayım tamam mı" diyen
böyle de düşünceli bi insan.

sonra hemşireler, çalışan ablalar..
kaç hastanede sabah kahvaltı getiren abla
bebeğe baktığında okuyup üfleyip öyle çıkar?
benim için önemli şeyler bunlar,
tamam sağlıkla alakası yok ama..

doğumdan önce başta oğuzalpin annesi nesrin olmak üzere
çoğunuzu ilgiyle okudum.
kendime nasihat alayım dediğim cümlelerinizin altını çizdim.
şimdi sıra bende! laheyya!

ben hastaneye güle oynaya gittim.
enveri aradım, istersen işten çık doğum başlamış olabilir diye.
annem kuzenler halam falan panik ordusu halinde
neyi nası alsak da çıksak derdindeyken
ben alt kata kuzenime inip
"aylaynır var mı hacı?" diye sormakla meşguldüm.
neticede bi kere çekilecek fotoğraflar,
az eli yüzü düzgün olmakta fayda var.

suni sancı sanıldığı kadar korkunç bişey değil.
yani sancının normalini bilmediğim için kıyaslama yapamıyorum
baştan sona sancı serumu aldım ama
doğumdan önce çok kişiden
"ölmekten beter" yorumları almıştım.
e eh, yok öyle bişey.

doğum öncesinde pilates yapmanın faydası saymakla bitmez.
tabi karnındaki bebeği tehlikeye sokmayacak şekilde.
hastaneye bi sor,
eğer yoksa kendi pilates topunu götür.
sancıyı mümkün olduğunca ayakta çek.
yatmanın hiç faydası yok..

bi de yanında o sırada beline kuvvetlice baskı ve
masaj yapacak bi tanıdığın olsun.
halam vardı benim, yerlerde süründü allah razı olsun hakkını ödeyemem.

aklından "bana ne yapıyolar?" "şimdi nolucak" sorularını atmaya çalış.

en zor dakikalarda bile yanımdakilere
"ne yapacağınızı söylerseniz korkmam,
anlatın bileyim böylesi daha kötü" demekle meşguldüm.

doğum çok zor bişey değil,
sadece o anın şaşkınlığı, başına ne geleceğini bilememek,
arada kalbini kontrol etmek hala atıyo mu diye..

meryem otu var sonra,
inançlarına bağlıysan onu muhakkak temin et ve götür.
kolaylaştırdığına inanıyorum.

fotoğraf makinesini unutma.
bunun dışında doğum çantası için daha önce bi post yazmıştım zaten.

doğum sonrasına gelecek olursak..

çocuğuna göre değişir elbette ama
beril de dahil etraftan aldığım duyumlara göre
15. günden itibaren ufak ufak düzene giriyo bebek.

banyo yaptırırken kürek kemiklerinin arasını ovalarsan da
kirpi dikeni gibi avuç içi kadar bi alanda
siyah siyah dikenleri çıkmaya başlıyo.
uykuluk onların adı,
inanmayanı çok ama biz denedik,
babaannem de hepimizden çıkarmış zaten.

on on beş gün arasında dışarı doğru iyice çıkıyolar.
ben sonuncuları dün elimle çekip çıkardım,
azalmaya başladıkları günden beri de uykusu daha düzenli.
arada böyle kocakarı inanışlarım vardır.
ama dene, çıksın. içerde kalıp nolucak.

son olarak mama vermemek ve sallamamak konusunda
direnebildiğin kadar diren çocuğa karşı.
sessiz olun uyuyo cümlesi kurma bence,
sonra hep sessizlik gerekir.
her şarta alışsın, herkesin kokusunu alsın.
fanusta yetişen çocuk sevmiyorum ben,
bak mikrobiyoloğum da buna rağmen böyle.

ama herşeyden önemlisi, herkesin çocuğu kendine.

rabbim tüm isteyenlere evlat,
anne olma kabiliyeti, daha huzurlu bi aile ortamı,
yeterince sabır, kuvvet nasip etsin.

sabah yedide yazmaya başladığım post
an itibariyle son bulduğuna göre
beril hanıma da sükunet nasip etsin (:

öperim :*







 
;