17.8.13 14 yorum

"içinde zerre kadar insanlık kalan biri varsa bize dua etsin"

yok.

ne kadar başka şeylerden bahsetmeye çalışsak,
kafamızı dağıtmaya uğraşsak da
o insanlar el fetih'te
sabah namazına çıkıp çıkmayacaklarını bilmeden
şehadeti bekledikçe
uyku uyuyamıyoruz.


bizim muhabirimiz de var içlerinde,
varlığından haberdar olmadığımız insanlar da.
insanlar.
hepsi.

nefes alamıyoruz.

"içinde zerre kadar insanlık kalan biri varsa
bize dua etsin"
diyo biri.

sanki baltacılar bizim kapımızda bekliyo.

ne olur,
namazınızda ellerinizi bugün kendi istekleriniz için değil
onlar için açın.



 
2 yorum

son yılların en iyi şarkısı..


bana
"dinleyip pişman olmayacağım bi şarkı söyle" desen
hiç tereddüt etmeden simply falling derim okuyucu,
iyeoka'dan.

hani ne kadar derin nefes alırsan al
bazen akciğerlerinin yeterince dolmadığını hissedersin,
böyle bi yerde tıkanırsın,
ne daha derine gider aldığın soluk
ne sen hayatta bi adım ileri gidebilirsin ya

işte bu o anın şarkısı.

gece şarkım,
gündüz şarkım,
uyumadan önce şarkım,
uyandıktan sonra dilime ilk dolanan cümlem..

"there goes my heart again.."

 




16.8.13 11 yorum

önemli olan önemli kalmak.


ilk; aklının bi köşesinde
her zaman ayrılmış yeri bulunandır.
davetli misafirdir, hep torpilli..

öncesi olmadığından,
son olma olasılığı taşıması en güzel olan olduğundan..

herşeyin ilki başka.

hayal kırıklığının bile.
en masumu o çünkü,
yaşanan en basit hayal kırıklığı.
muhtemelen kinder'den istenen oyuncağın çıkmayışı falan.
sonrakiler çok ağır geliyo..


sözlüğe girilen ilk entry bi başka mesela.
melaba mahiyetinde bişey olsa gülerler,
kendini tanıtmazsa ölecek hastalığına yakalanmış demeleri işten bile değil.
sonra bi de zamanın ötesi gelir mi endişesi.
sonrakiler hep ben bunu düşünüyorum cümlesi de
ilk entry başka.


ilk "dostum" dediğin insan.
sonra onu kaybetmen, yıllar sonra.
kaybettiğine üzülmeyişin falan hep ayrı bi konu da
ilk dost başka.


gidilen ilk sinema filmi,
papatyadan yapılan ilk taç,
heroes'un ilk sezonu,
sevdiklerinle içtiğin ilk kahve..


alınan ilk topuklu ayakkabı.
yıllar geçse, bakıldığında güleceğin kadar modası eskise bile
atmaya kıyamamak.
üstünde yürümeye çalışırken dizlerinde oluşan berelerin
 ömür boyunca geçmeyecek olması.


 içinde isim yazan ilk yüzük,
alınan ilk hediye,
verilen ilk hediye.

deprem olurken,
kaza geçirirken,
öleceğini düşünürken aklına gelen ilk insan.


uyandıktan sonraki ilk beş dakika.
bütün günü belirleyen bu değil mi aslında?
allaşkına okuyucu,
kaç kere kötü başlayan bi günün biri
bi sözle, bi çiçekle, bi sürprizle tersine çevirdi ki?

(çok zavallı hayatlar yaşıyoruz olm!
amarikan filmlerinde böyle değil!)


halleyin bile ilk hali güzeldi,
içindeki parlak kağıdı avuçlarımıza sürüp
ellerimizi simlerle doldurmak.
sonra çikilop çıkarıp halley'in karizmasını süründürmek
kimin fikriydi, o ismi nerden buldu çok merak ediyorum.

ilk şarkıları;
feridunun, sakinin, altıncı caddenin.
şebnemin ilk albümü..

bir romanın ilk cümlesi,
bir acının ilk gözyaşı,
saça düşen ilk ak saç teli..
 

 anne!
ilk çocuk da başka dimi?
evet dediğini duyar gibiyim!
(şaka be şaka demiyo öyle bişey.
zaten bu yazıyı sırf bu çıkarımı yapmak için yazdım.)

(bkz: laubali olmasa ölecek hastalığı)


 ama ben gördüm ki,
ilk olmak değil marifet.
eskimemek.
sen ikincisi olmayan kaç şey gördün okuyucu?
önemli olan önemli kalmak..

başaramadığını farkettiğindeyse
artık çabalamanın manası yok.

bazı şeyler ilktir,
ve yalnızca bir kez yaşanır.
tekrarı, şansı yoktur.







 
15.8.13 2 yorum

keşke orda olsaydım vol.3


tüm düzenlerin ters döndüğü yerde..




14.8.13 14 yorum

mısır'da yine katliam..

insanlığa sığmayacak görüntüler izliyorum.

adeviye'yi boşaltmak için
katliam gerçekleştiriliyor resmen.

işin içine askeri darbe girince
olayların asla asla asla iyiye gitmediğini 
göremeyecek kadar kör müyüz hala?

norveçli adamın katliamını çoluk çocuk bilirken,
mısır'da olanlara bu kadar gözümüzü mü kapatıyoruz?

 ama hakettiler, ama müslüman kardeşlerin sömürüsü,
ama hama'da da aynısını yaptılar,
suriye'de de ösolarla insanları öldürtüyorlar,
müslüman kardeşlerin politikası hep bu,
 ama gezidekilere çapulcu dendi bunlara direnişçi deniyo,
ama ama ama.

ama an itibariyle ihvan sözcüsü leyla musa
en az 1000 ölü var diyor.
10.000den fazla yaralı var..
birden başlayayım mı yazmaya?

insan kanı bu kadar ucuz mu?

saattler sonra gelen edit:
fatih camiinde, amerikan büyükelçiliğinin önünde,
ankara mısır büyükelçiliğinde toplanan insanlara helal olsun.



10 yorum

altını çizdim - atlı karınca





geçenlerde birinin
" atlı karınca'yı izledim, mert fırat'tan nefret ettim be"
demesi üzerine du bakıyım dedim
izleyince ben de nefret eder miyim,
başka dilde aşk'tan sonra oluşan hayranlığım azalır mı..
zira ergen psikolojisine girmek istemem,
arada böyle olgunluklarım vardır.

sonra söylemek istediğim bişey var,
kurban besmeleyle değil tekbirle kesilir.
yüz yıl öncesinin filmlerini yaparken
duvar kağıtlarının desenine dikkat ediyonuz da
böyle şeylere niye etmiyonuz?
cık cık. olmuyo filimciler.

kıskanmak'la nefret ettiğim, böyle bitmesin'le hastası olduğum
nergis öztürk'e rastlamak ruhumu şad etti, yüzümü güldürdü, gözlerimi kıstırıp
ekrana öpücük attırdı :*

bir insanlık örneği sahnesi vardı ki..
sırf kensi için birazdan da yeraltı'nı izleyezaum.

filme gelirsek,
ilk başta "ne ki bu filmin olayı" diyosun,
öyle durgun, sıradan bi aile filmi.
hatta o kadar durgun ki, arada bi mabel molası verip
on şarkı falan dinledim.

sonra sıradan dediğine pişman oluyosun,
sıradan ailelerin böyle olma olasılığı seni korkutuyo.

midene bi yumruk, suratına bi tokat,
beynine milyonlarca düşünce hücum ediyo.

kusmak, ağlamak, filmi beyninden,
filmdeki gibi karakterleri dünyadan çıkarmak istiyosun.

ve sahiden mert fırat'ın canlandırdığı karakterden
nefret ediyosun.

bi röportajında öyle güzel bişey söylüyo ki filmle ilgili;
"biz sadece şuna dikkat ettik;
ensestlle ilgili film çekerken, ensestin bir parçası olmamaya.
daha önce çekilen filmleri izledik,
orada meselenin anlatım şekli ister istemez
çocukların bir cinsel cazibe odağı şeklinde ortaya çıkmasını sağlıyordu.
biz kendi filmimizde böyle olmamasına dikkat ettik.
biz sadece bu süreci anlatmak
ve çocuğu da arzu nesnesi yapmamak istedik."

gişe için, para için, şöhret için değil
"iyi bişeyler yapabilmek için" çekilmiş bi film..

bence vurucu sahne 71.48'de geldi.

vay ne cümleymiş diye değil, sana fikir versin diye
altını çizdim.
zaten sözlerle değil, mimiklerle, imalarla,
bakışlarla anlatılmış herşey..



+aç bakalım hediyeni, beğenecek misin.
baban senin için almış, içeri git de bi teşekkür et istersen.
-buydu değil mi istediğin? kuralım ister misin?
(elinin körü kızın babası. geberesice.)


büyüyo heralde, çok sinirli oldu. içine kapandı.


benimle balığa gel kızım,
konuşmadan hiçbişeyi halledemeyiz.


rengi gitmiş dudaklarında donup kalmış,
hiç de çocuksu olmayan gülümsemede sonsuz bir hüzün vardı.

bu tertemiz ruh, hiç de hakkı olmayan bir utançla dolmuş,
attığı o son müthiş çığlığı kimse duymamış..


anlayamadım. anlayamadım işte..


-anne, cenazeyi neden kasabaya geri götürüyoruz?
+hayatta en nefret ettiği yerde kalmasını istiyorum.






13.8.13 20 yorum

:* öpücükler vol.19


:* bazı insanlar şansal büyüka gibi.
bir dakikadan fazla konuşan herkese katılıyo.


:* pou olayım istiyorum.
birileri beni temizlesin,
doyursun, ay mutluluğu sıfır olmuş desin,
eğlendirsin.


:* mor iyidir.
mor rimel pek sempatik bi bloggerdır.
mor dekorasyon iç açıcıdır.
en sevdiği renk mor olan kadın olmak elif şafaklıktır.


:* lösev'in reklamında geçen
"yavrumu bana bağışladığınız için teşekkürler" cümlesi
bi bana mı garip geliyo?
lösev bağışlasın diye bi deyişimiz bile yok,
allah bağışlasın var.
ne yaptı lösev al hadi senin olsun hayrını gör mü dedi?
olmamış bence o bağışlamak kelimesi


:* monosodyum glutamat, sodyum benzoat.
gıda alışverişlerinde dikkat edilip alınmayasılar.


:* üç şeyde markayımdır.
çayı şekersiz içmek,
kahveyi sütsüz içmek,
yemeği ekmeksiz yemek.


:* aslında herşeye verecek bi cevabım var
ama genelde gece yatarken aklıma geliyo.


:* kendi yüzünü bile başkalarından az görürken
bu neyin kendini bu kadar önemsemesi?


:* hiç pringles'ı ateşe tuttun mu okuyucu?
bi dene, ama eline yüzüne dikkat et.
sonra artık yiyip yemememiz gerektiğini düşünüp
olaysız dağılalım.


:* can sıkıntısı problemi yaşayan,
sürekli mızırdanan insanların
kalp krizi ve felçten ölme oranı 2,5 kat daha fazla,
biliyo muydun okuyucu?

allah işte.
senin canın mı sıkılıyo,
al senelerce yat da can sıkıntısını gör
ya da tık diye git bi daha can sıkıntısı nedir bileme diyo olabilir.


:* o değil de,
tc kimlikler neden hiç tek rakamla bitmiyo?


:* akraba, akrep, kurban,
hepsi aynı kökten geliyo pontim; "karib".
boşverdin mi?


:* ilk gözyaşı damlası sağdan düşerse mutluluktan
soldan düşerse acıdan ağlıyomuşuz.
bilimsel gerçeklik buymuş.
o bilim karşımızdakine bunu anlama yöntemi vereceğine
kendi öküzlüğünü anlama yöntemini neden vermiyo acaba?
hepiniz amarikanın oyunusunuz bilimciler.


:* gugıl'a "who is the cutest" yazıp
kendimi şanslı hissediyorum'a tıkla okuyucu.
kendini iyi hisset.
olm koskoca gugıl biliyo nan millet bilmese nolur de.
bak yürüyüşün bile değişicek.
boru değil, koskoca gugıl.


:* bir gün geliir bir gün geçeeeer
baazı şeylerrhiççamahiçç değişmez..







12.8.13 6 yorum

muse - new born. sessizlik sonrası fırtınanın şarkısı. benim şarkım. kesinlikle benim.


tam olarak şarkının ilk kısmı evresindeyim.
bi fırtına çıkarmam yakındır.


canlı performansına ise
bitilesi..

bu nasıl performans sayın müuz?


ahh wembley stadyumu olsam da dile gelsem!







6 yorum

altını çizdim - p.s. i love you



vakti, ruh halini, durumu kurtaran bazı filmler vardır
çok şey öğrenmez ama çok şey hissedersin.
sonra aklına her takıldığında
du bi açayım belki bişey değişmiştir dersin.

değişmeyeceğini bilirsin,
ne film değişir, ne senin film gibi hayatın.
senaryolarınız baştan yazılmıştır,
başkası tarafından taklit edilip seni güldürür bazen,
ama ne hissettiğin çoğunlukla değişmez.

herşeyden önce,
ben ölünce kendine yeni bi sevgili bul diyen bi adamın
filmi izlenmez okuyucu.
dünyada benden sonra sana yol gösterebileyim diye mektuplar yazıyorum
diyecek kadar seven bi insan yok.

tabi adamın cerard batlır olması durumu biraz daha katlanılabilir hale getiriyo.
ama hayat böyle bişey değil, kimi kandırıyonuz olm?

hileri svenk'in dişlerine rağmen izlenmesi gereken bi film.

gerry ışığı kapat, sıra sende diyen holly'nin o bi haftası,
ellerinin boş kalması, gece yarısı jerry'nin geldiğini sanması,
telesekreterden sesini dinlemek için bir hafta boyunca onu araması,
onun kıyafetleriyle gezmesi, klişelerin can acıtması,
semmma'nın zırlaması, allaaam neden ki öldü efektleri..

gecenin bi vakti
salya sümük çikolatalı kek yerken izlenebilir mi?
ağlamak için bahane olabilir mi?
anneeeğ film ço acıklı ya, dayanamıyorum
ondan böyle kurbağa gözlüyüm denebilir mi?
phoebe'yi denise olarak tekrar görüp
sevinç çığlıkları atılabilir mi?
ebsılıtli yep.

peki "ya kaybedersem? ya ölürse?" diye sorgulatabilir mi?

altını çizdim..




-iki yılda tam beş iş değiştirdin!
+olabilir. aptallara çalışamam ben.


neden herşeyi düşünen sorumlu yetişkin ben olmak zorundayım?



ne istiyorsun holly? istediğin ne?
çünkü bunu anlamaya çalışmaktan yoruldum.
ben ne istediğimi biliyorum,
çünkü onu ellerimle tutuyorum.
istemediğin şey bensem, hemen söylesen çok iyi olur.


tartışma bitti mi tatlım? dönebilir miyim?


-merhaba ben denise
+ben de met
-kravatını beğendim
+ahah sağol
-bekar mısın met?
+evet
-gay misin?
+evet.
-tamam sağol.


-merhaba ben denise
+merhaba
-kolyeni beğendim.
+sağol
-bekar mısın?
+evet.
-gay misin
+hayır.
-ee. peki. çalışıyo musun?


-elbiseni beğendim
+teşekkürler
-bekar mısın?
+evet
-gay misin?
+hayır.
-çalışıyor musun?
+evet.
-ee. peki.


"i love you til the end.."



biriyle yaşlanmanın aslında en büyük imtiyaz olduğunu bilmiyoruz.


kozmetik firmalarından nefret ediyorum.
önce güzel bir ruj ya da oje çıkarıp bağımlısı yapıyorlar,
altı ay sonra da üretimden kaldırıyorlar.
kıyamete kadar yetecek şekilde sevdiğin rengi stoklaman lazım.


kocamdı. ama öldü.


-sanki satın almak istediğim yeni bir ayakkabı dener gibiyim ama ayağıma olmuyor.
+bi süre yalınayak gezeriz öyleyse.


kötü şeyler hep iyilerin başına gelir.


başta bana gerçek gibi gelmemiştin,
senin kadar çok renkli bir kız hiç görmemiştim.
oraya ait gibi duruyordun, sen ve bütün renklerin.


bazen biriyle hiç konuşmadan yürümek güzel bişeydir.


-ayrılırsak bunu bi tehdit olarak algılayıp hayati yerlerimize saldırır.
+hangi hayati yerler?! benim her yerim hayati!


senden hoşlanıyorum, ama görünmez adam olamam ben.
dayanacak omuz olmaktan bıktım.


ben de birinin gerry'si olmak istiyorum..


bu son mektup.
yalnız ya da değil, yürümeye devam etmelisin.
hatırlaman gereken şey; eğer hepimiz yalnızsak
o zaman yalnızlığımızda birlikteyiz..


bazen hoşçakal demen gereken zamanlar vardır.
acıtmasına rağmen denemeyi öğrenmelisin.


11.8.13 0 yorum

kim bilir, belki..


belki bir gün..
 
 
 
 



4 yorum

sevmediysen peki, sen tamamla sonu..




mabel'in sağ yanağı olmak istiyorum.
gözlerden uzak.

bu gece bunu dinle okuyucu.
yarın gece de dinle.
sonraki gece de.

arada çok fena olursan
söylese o ben söyleyemem dinle.

sonra tekrar;
"sevmediysen peki,
sen tamamla sonu.."







10.8.13 2 yorum

evlat olsan sevilmezsin mehmet öz.




biraz geç oldu ama
mehmet öz'ün israil'e gidip
250 bin filistinliyi görmezden gelerek
800 yahudiyi kentin sahibi gibi göstermesini,

ırkçılığı, insanlığa ihaneti, şiddeti,
beş yaşındaki çocukları tutuklamayı,
bu sokaklar yahudilerin, yürüyemezsiniz diye filistinlileri itmeyi
yaşam tarzı haline getirmiş askerlerle
diyaloğa girmesini,

hele o dansı, işgal toprağında edilen o dansı
şiddetle kınıyorum.

bu kadar öz amerikalı madem,
keşke adı mehmet olmasa..





8 yorum

keşke orda olsaydım vol.2


insanlara tepeden bakmanın
ne demek olduğunu hissedebilirdim belki;
bazılarına olan saygımı tekrar kazanırdım.

sonra yere indiğimde
sahip olduklarıma şükrederdim ama,
ben onlar gibi olmazdım..



9.8.13 2 yorum

altını çizdim - küçük kıyamet




komedi dışındaki türk filmlerine zaafım var.
hayko cepkin'in o dandik "çocuk" filmine bile
koştura koştura gitmişliğim vardı zamanında.

ahh belinda'dan tut, kıskanmaktan geç,
masumiyeti kaderi mustafa hakkında herşeyi dolaş
nerden istiyosan ordan çık.

türk sineması iyidir.

taylan biraderler iyidir,
başak köklükaya çoook güzel,
cansel elçin çok fğansıs,
zek çok ergendir..

dördüncü izleyişimde tekrar jeneriğe bayıldım,
ilker aksum'un sarı saçlarına on dakka güldüm. vavien sarısı(:

ayrıca kendisi çekim yapılan köye tüm ekipten bir ay önce gitmiş,
orada yaşamış, oralı olmuş,
kıyafetlerini bile kostüm ekibinden değil oralı bir köylüden almış.
adam oyuncu, döktürmüş..
 
binnur kaya efsane,
müzikler enfes, kevin moore.

az dinlemeli, çok izlemeli bi film.

en sondaki deprem sahnesi ise
holivud da kimmiş dedirtecek kadar iyiydi bence,
çekildiği zaman da göz önünde bulundurulursa.

başrollerin bilge ve zeki olması
sayın yuri bilge ve sayın demirkubuz'a gönderme mi diye
düşünmeden edemedim.
he düşündüm ne oldu, hiç.
 
10 üzerinden 8,7.
ve altını çizdim.


dünyanın başka bi şehrinde küçük bi kız
güneşin doğmasını bekliyo şimdi.
sen güneşi burda tutarsan çok üzülür.


küçük kıyamet.
ölümle karşılaştığımız o an.


-ara çabuk ev sahibini.
+abi bu saatte cevap vermez.


annemin cenazesinde de bi mezar yerine öyle baktık boş boş.
orda olmadığını bile bile dua ettik.
gözümden tek yaş bile akmadı biliyo musun?
oysa enkaz başında beklediğimiz her gün
hiç durmadan ağlamıştım.


-hayır size bi saatimi bile ayıramam mı diyeyim?
+ama konu ailen olunca
hiç düşünmeden hayır diyebiliyosun.


-buralar neden boş böyle?
+ya ne olacağıdı?
(bu diyaloğun manasını filmin sonunda çözebilmek,
kendini aynştayn gibi hissetmek!)


buraya bir geldiler mi gitmek bilmezler

 ben dururken sinekler şunu ısırıyolar ya
sinir oluyorum.


iyi oldu seni gördüğüm,
ev sahibi seni sordu ya.
-okuyucu bil bakalım ev sahibi kim-

 
he işte buranın insanı böyle,
bi gün var bi gün yok.
zaten ne ki abi?
bi gök var bi yer, biz de arada.
korkuyon mu sen? korkma.


sakin ol abla.
çok geç artık abla,
vadesi dolmuş yapacak bişey yok.
rahat bırak adamı.


ev sahibini bekletmeyelim abla, hadi.


burdayız!

8.8.13 15 yorum

hayat hepimize bayram olsun


bir ailesi olur insanın.
yalnızca bir.

sonradan kendi oluşturduğu,
öncekinin bi uzantısı olarak devam eder.

başka bi ailenin parçası olmak içinse
başkaları tarafından sahiden sevilmek, benimsenmek gerekir.

yani insanın sadece bir ailesi olur.

ve ben bugün böyle bi ailem olduğu için,
her sabah herhangi birini özleyerek uyandığım için,
annemin babamın tüm emekleri, uğraşları, sabırları için,
kan bağı, ruh bağı ve aklına gelebilecek tüm bağlarla
sıkı sıkıya bağlı olduğum kuzenlere,
nefsimi terbiye eden bi yengeye,
ve bi dünya tatlısı halaya sahip olduğum için,
sırtımı dayarım ki en zor anımda dediğim bi adamın yeğeni olduğum için,
 iyi niyetin ne demek olduğunu eniştemden,
masumiyetin tam anlamını dayımdan öğrendiğim için;

boşvermeyi, asaletinden ödün vermemeyi, sabrı
her nefes alışında bana anlatan bi babaannenin,
emek vermenin sonundaki mutluluğu gösteren bi anneannenin,
birinin duasında birinin kucağında hep yerim olduğunu
her dakika hissettiren,
her dakika allam nolur uzun uzun uzuuun ömürler ver diye dua ettiğim
iki kocaman adamın torunu olduğum için,
kardeşim için,
enver için
şükrediyorum.

biliyorum, şanslıyım.

yani ramazan, kurban, deliye her gün falan değil bayram.
yüzünü gördüğünde mutlu olduğun,
yanından ayrılırken keşke o da benle gelseydi dediğin
insanlar varsa
işte bayram o.

hayat hepimize bayram olsun.
tamam mı?

en azından yüzü görüldüğünde mutlu eden insan olalım,
hayat hepimize bayram olsun.





7.8.13 14 yorum

sakın duyarsız kalma okuyucu.



 öncelikle wwf! ağzını yidiğim!


sonralıkla geçen biyodizel konulu bi makale okurken
aklıma atık yağlar geldi.

dedim bilmeyen varsa hala,
tekrar bi hatırlatmakta fayda var.

şimdi şöyle ki okuyucu,
tencere tava dibinde kalmış
aman iki damlacık nolcak ki dediğimiz yağları
lavaboya dökmeden önce huni ve yağ toplama kabımızın yerini düşünüyoruz.


zira bizim önemsemeyip atıverdiğimiz yağların bir litresi,
1 milyon litre suyu kirletiyo.

sen sıcak döküyosun, soğuyup kanalizasyon borularını tıkıyo.
 
var mı böyle bi hakkımız?
ebsılıtli nat.

bi de kızartma yapılan koca koca tencereleri,
litre litre yağları lavaboya döken işletmeleri düşününce..

naçizane önerim kendinize plastik bi su şişesi ayırıp
kalan yağlarınızı bunda biriktirmeniz.

yağ toplama kabinleri artık okul bahçelerinde,
camilerde, parklarda mevcut.

he dersen ki hacı yok ki bizim burda böyle bişey, 
444 28 45 numaralı telefonun ucunda
-ki bizim millet unutur bunu "444 atık" yapalım demişler-
biriktirdiğiniz yağı gelip almak konusunda
gönüllü insanlar var.

işlerini biraz geç yapıyolar, ama olsun.
 

ek olarak her belediyenin bu hususta görevlendirdiği
özel bir birimi var.
daha hızlı hareket ettikleri kesin.
belediyelerin kendi sayfalarından ulaşılabilir.
 

bu yağlardan elektrik üretiliyo,
biyoyakıtlar elde ediliyo.
he hiçbişey yapmasalar bile
sırf suyun kirlenmesini, doğal dengenin bozulmasını önledikleri için
bi iki balığın hayatını kurtardıkları için bile takdir edilesi.

sana düşen
bitkisel yağlarını bi kapta biriktirmek,
çıkarmaya atmaya uğraşamam diyosan görevlileri aramak
ve gelip zile bastıklarında kapıyı açıp kabını vermek.

yalnız görevlileri çağırıp vereceksen
yağı en az beş litre biriktirmiş olman lazım.
gerçi duyarlısın sen,
iki damla için adamları ayağına çağırmazsın
minik şişeler doldurduysan atıverirsin toplama kabinine.

uzun anlattım, ama valla çok kolay.


he dersen ki yok ben yağımı beş on kere kullanıyorum,
üretilen elettirik falan umrumda değil
kim uğraşacak biriktirmekle
dökerim lavaboya yıkarım tavamı;
dök anacım.

kullan sen o yağı elli kere, yüz kere
bak en az altı ay kullan allasen.
alma başka yağ, hep onu kullan.
nolursun.

kendini orasına burasına yağ bulaşmış
ölmek üzere olan deniz canlısının yerine koyma.

sen kanser ol, doğa kanser olsun,
şehrin boruları tıkansın,
insanlar temizlemeye uğraşsın,
yosunlar ölsün balıklar ölsün sular kirlensin.

zift üret hatta o yağdan,
allasen.





4.8.13 7 yorum

iftarda hüsn-ü ala rezaleti. önemli olan iç güzelliği.




"buralarda yoğuken neler yaptım postu"yla karşında olucam
ama öncesinde anlatmak istediğim bi olay var okuyucu.

iftarlarda akşam namazının sıkışması durumu
iftarda nereye gitsek diye sorduğunda
cevabın "mescitli bi yeree" olmasını gerektiriyo bizim için.

mescitli adam gibi yerler aratınca da
oov yeni açılmış gitsek mi ya denecek seçenekleri
karşımıza çıkarıyo.

hüsn-ü ala da bizim için bunlardan biri oldu.

anlamı güzeller güzeli demek,
manzara için koşulsuz şartsız söylenebilir de
personel tarafından yapılan muamele için
aynı şeyi söylemek mümkün değil.


kendilerini pazar günü aradık,
telefondaki pek sempatik sekreter hanıma
"daha önce gelmedik, manzaranız çok güzelmiş
rica etsek manzaralı ve sakin bir yer rezerve etmeniz mümkün mü?"
diye sorduk.

aldığımız cevap aynen şu şekildeydi;
"pazartesi için mümkün değil fakat
çarşamba ya da perşembe isterseniz sizin için
kenarda bir masa ayarlarım."

terazi olduğumdan garanticiyimdir.
tekrar sorduk;
"tamam öyle diyorsanız çarşamba ya da perşembe olsun
fakat bir karışıklık olmaz, not edersiniz değil mi?"

elbette cevabını aldık,
iyi akşamlarımızı diledik,
çarşambada karar kıldık,
ben kendisine öpücük attım ama görmedi kapattık.

ayarlayamam dese yok ayarla diyecek değiliz,
tamam o zaman siz bi masa ayırın demek durumundayız neticede.
yani teklif eden kendisiydi.

çarşamba akşam gittiğimizde
masalar hazırlandığından içerde beklerken
ben enverin beynini yedim.

sorsana, yandaki masalar çok kötü
bak biz iki kişiyiz kesin bizi kıyıya köşeye atarlar sorsana
sor sor sor sorsana sor sor
hangisi bizim masamızmış sorsana sor diye.

adam sabırlı.
yok semacım öyle dediler kenardakilerden biri bizimdir dedi
ben de tamam dedim,
arada böyle uysallıklarım olur.


ezana yarım saat kalmışken masalar hazırlanmıştı,
elinde listesi olan adamın masa şefi olduğunu anlayacak kadar zeki olduğumuzdan gidip adımızı söyledik.

ve harika giriş kapısı manzaralı,
tam da bize söz verdikleri istikametin zıt tarafına bakan
en önemlisi yanındaki masayla arasında
iki parmak mesafe bulunan masamızla tanıştık.

şef beyefendiye "e ama" dedik "biz telefonda böyle böyle konuşmuştuk"
benim sekreterim öyle şey söylemez dedi.
aynen bu netlikle.

yalancıyız çünkü biz. 


sekreter hanfendiyi çağırdık,
kurduğumuz cümleler bunlar bunlar değil miydi dedik.
"evet, öyle dedim, isminizi çarşamba gününün 
listesinin en başına yazdım
ve yanına da not düştüm" cevabını aldık.

ama şef bey hala inanmamakta ısrarcıydı.
sanırım sekretere para yedirdiğimizi falan düşünmüş olacak.
yoksa kadın öyle söylerken yok canım muamelesi yapmanın ne nedeni olabilir..

"bakın on çift fazlam var, onları nereye alacağımı bilmiyorum,
yan masalardan birini ayarlayamam
siz şimdilik burda oturun
bi dahaki sefere tekrar konuşuruz" dedi kensi.

yok canım sağol dedik çıktık.
enver edepli bi insan olup el sıkışarak çıkmasa
ben orda çatır çatır kavga etmiştim, edemedim içimde kaldı.

şimdi bazı sorularım var.

bir işletmenin, bir söz verip
insanların programını değiştirdiği halde
sözünü tutmaması ne kadar prestijli bir davranıştır?

 masa kapasitesi belliyken
on çift fazla yazıp bunu bahane olarak sunmak
"nasılsa birileri gelmez, sığdırırız" mantığı mıdır?

 birinci seferde misafirini ağırlamayı beceremediysen
ikinci seferin garantisini sana kim vermiştir?


sekreter "evet ben söz verdim ve not ettim" yazdığı halde
o notu, kurduğu cümleyi görmezden gelip
bizim istediğimiz masa kime ayrılmıştır?
(bazen bizim de paramız oluyo tamam mı)

iftara yirmi dakika kala,
başka yemek yenecek yerin kolay kolay bulunmadığı bir yerde
hadi yer bulunsa boş masa bulunamayacakken
böyle bir terbiyesizlik yaparsan
o müşteri de sana oruç ağzıyla beddua etmez mi?

canlı müzik yok değil mi, varsa gelmeyeceğiz dediğimiz
"hayır müzik yok" cevabını aldığımız halde
giriş kapısına asılan öküz gibi
"canlı fasıl ve semazen gösterisi" afişi neyin nesidir?


şimdi dicen ki manzara çok mu önemliydi be semmma.
yok okuyucu, hiç değildi.

zira ben o manzaranın tam dibinde, aynı açıyla aynı yere bakan
istanbul üniversitesi botanik binasında dört yılımı çürüttüm.

hatta bıktım o manzaradan diyebilirim.
birazdan evin balkonuna çıksam daha güzeli de var ayrıca.

ama insanların isim yaptık gelen giden önemli değil
sen gidersin başkası gelir tavrı çok çirkin.

he ben giderim başkası gelmez mi?
gelir.
ama ben bi daha gelir miyim, eşimi dostumu gönderir miyim,
bunu da herkese anlatmaz mıyım?

 bir güzeller güzelini kaybettin hüsn-ü ala,
şimdi sen düşün!




14 yorum

bir var bir yok gibi, hiç varolmamış gibi.


öyle sevilesi bi adam ki bu..

zi: damien rice - cheers darling



 
;