29.1.15 6 yorum

bkz: hedik

gummornin okuyucu!

eskisi gibi bi kahve alayım da netbukun başına geçeyim döneminden
ay hazır vaktim varken lavabolara bi çamaşır suyu sıkayım,
yemeklikleri tezgaha hazırlayayım da
öyle bakınayım moduna geçen sıkıcı bi ev insanına
geçiş yaptığımdan
gummorninler bu saatlere sarkıyo tey tey.

butik pasta işinde olup
konseptlerden konsept beğenerek
parti standlarına katkılarda bulunduğumdan,
berilto doğmadan ilk on domgünü konsepti
"ay allam o günleri de göster" temennileri eşliğinde belliydi.

ama unuttuğum bi konu vardı,
diş buğdayı!

minik kontesin şefilleri akmaya, damakları kaşınmaya başladığında
babasına sordum bana parti için bi renk söylesene diye,
sarı dedi.
ya sarı diş buğdayına olmaz ki diyip canını sıkmak istemedim.
sanki olmaz desem üzülcekmiş gibi.
bazen böyle kendi kendime gereksiz düşünceliliklerim vardır.

renk olarak sarı ve gümüşü seçtim,
daldım pintereste.
tam bu sırada telefonum bozuldu,
galiba bana bi mesajı vardı evrenin ama
görmezden geldim.

işte sana sarı gri parti yapmak istersen diye
bi takım fikir şeysileri.
-her yurdum insanı en az bi kere
sarı gri parti yapmak istemiştir, ebet.-







27.1.15 8 yorum

büyüme atağına karşı panik atağı!



iyakşamlar okuyucu.

inan ki klavyeye basacak halim yok,
ama seni bilgilendirmek için burdayım.
arada böyle bilime katkılılıklarım vardır.
 kıymetimi bilin.

konu şu; bebek dediğin uyusun da büyüsün değil.
tıpkı hayatın ninni kıvamında olmadığı gibi.
olumlu durumlar yavaş yavaş, ağır ağır gerçekleşirken
olumsuz durumlar da yıllar öncesinden hazır kıta bekler gibi
gayet dakik gelişiyo.

konu büyüme atakları.

bi sabah bambaşka bi gezegende uyandığını düşün okuyucu.
ilk haftalarda uyum sağlamaya çalışıyosun.
baya bi bocalama.
sonra tam uyum sağladım derken bi gün
yerçekimi kalkıyo, uçuyosun.
ona alıştım derken bi kaç hafta sonra
gözlerine ultra süper düper ne biçim de ışın görme gücü geliyo
noluyo olm diye gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bi hal oluyosun.
tam yine alıştım derken
bu sefer de huop renkler değişiyo.
sürekli bi neden geldim istanbula modu.

işte şimdi bu durumu miniminnak elli,
poğaça ayaklı, kiraz dudaklı bebene uyarla.

büyüme atağı bu demek.

bebeklerin yeni becerilere sahip olduğu,
bu süreçte endişelenip nasıl davranacağını bilmediği,
dolayısıyla bilen birine yani anasına ve babasına
dörtyüzdörtle yapıştığı dönemler.

evladım -a kısa- yevrum başak burcu olduğundan,
atakları da çok düzenli.

bütün atakların ortak özellikleri var.
uyku düzeninde bozukluk,
anneyi gözden kaçırdığında çıldırasıya ağlamak.
beslenmeyi reddetmek ama aslında çok daha fazla ihtiyaç duymak.
ek olarak annenin saçlarında ağarma,
belinde bükülme, dişlerinde sökülme.

sırasıyla gidelim coyi.

22 eylül doğumlu beriltonun ilk atağı 5.haftaydı.
gaz problemimiz kesildi,
gülmeyi öğrendi,
ilk gözyaşını da gördük.
etrafı uzun uzun incelemeye başladı,
hatta elini cama uzatıp storları açana kadar ağlıyodu.


ikinci atak 8. haftadaydı.
 bu haftanın özelliği bebeğin duyularının tamamlanması.
yeni şeylerin tadına bakmasına izin verdik,
bazı kokulardan rahatsız olmaya başladı.
ellerini yumruk halinde tutmaktan vazgeçti
ne görse dokunmak istedi.
boynunu tamamen dik tutmaya başladı.

maalesef bu atağın en kötü özelliği
bebeğin bu düzene alışamayıp anneye bağlanması
ki bizim için çok ağır geçti hatta geçemedi.
8. haftamızdan beri ben, babası, dedesi ve ananesi hariç
kimi görse sanki alın bunu dilendirin demişiz gibi morarana kadar ağlıyo.
bi taraftan baktıklarında yüzünü öbür tarafa çeviriyo.
 kimse bakmadığında uzun uzun bakıp inceliyo da (:

yabancılamak dediğimiz durum ve anneyi tanımak
bizde çok erken başladı.

sonraki atak 12. hafta.
bağırmayı öğrendi.
sırt üstü yattığı anda allam sanki ateşe yatırmışsın.

ayaklarını keşfetti ki ço eğlenceli okuyucu.
böyle yattığı yerden bi anda bi bacak kalkıyo,
sonra ağzını burnunu büküp gözlerini belertiyo,
bi inceleme bi şaşırma görmen lazım..

ayaklarından destek almayı öğrendi.
e varlar madem bi işe yarasınlar dedi heralde,
tabanlarına basıp sürekli belini havaya kaldırır hale geldi.
ek olarak oturmaya başladı.
yok, ben oturtmuyorum çok küçük daha çok erken
ama o yastıkta yatarken kendi kendine
çok rahat oturma pozisyonu alabiliyo.

dolayısıyla kendini yere atma, koltuktan düşme,
beşiğinden bizim yatağa geçme gibi durumlar da başladı.
uyurken bakıyorum iki ayak bana dayanmış,
belini kaldıra kaldıra dönmüş kafa nerelere gelmiş.

zaten sürekli elim üstünde ama
anne için zorlayıcı zamanlar başladı demek oluyo..

ellerini emmeye başladı.
önce acaba dişi mi çıkıyo, kaşınıyo mu diye düşündüm ama
dişlerini kaşımıyo yumruklarını ağzına sokup emiyo.

hala da geçmedi, üstelik iki yumruğu sokmaya çalışıyo artık.
iyi ki üç eli yok, oğ diyır..

pepeye aşık oldu.
bi ağlaması sırasında ananesi şarkılarını açtı,
o günden beri evin yüzünde "kalbim kırıldı pepe bana hiç inanmadı" diye geziyoruz.

telefondan, laptoptan açınca dokunana kadar susmuyo.
tvde gülen insanlara gülerek karşılık vermeye başladı,
bazen bi bakıyorum televizyona bakıp sırıtıyo.
allam çok masum ya, ona gülüyolar sanıyo sanırım.

kıyafetlerinin önünü yalamaya başladı.
eliyle ağzına kadar çekiştirip dondurma yalar gibi yalıyo.
yolda giderken ananesi astronotunun önünü düzeltti,
bi sinirle tekrar dilini uzattı yalamaya başladı.
anne dedim o öyle rahat ediyo, boşver.

bi de yalandan öksürmeyi öğrendi,
çok lazımmış gibi.

ve okuyucu,
bu yazının asıl yazılma sebebi beşinci atak da
kendi gününde kendi zamanında,
26 ocak tarihinde, 19. haftanın ilk gününde geldi.

önce bi enverle noluyo nan diyip gülmeye başladık,
 berilto viyaklayıp şarkı söyler gibi çığlık atıyo.
allam o kadar şirin, o kadar sevimli.

böyle telefon açıp halasına ananesine falan dinletiyorum.
bu öğrenmenin bedelinin bu kadar ağır olacağını söyleseler
sus kız der ağzına iki tane çakardım.
şaka şaka daha bi kere kötü muamele yapmışlığım yok çok şükür.

uykusundan bağırarak ağlayıp uyanınca
gazı var sandım ama sonradan farkettim ki
lanet olası pislik bi büyüme atağı dostum.

sürekli bağırmaya başladı,
iki gündür uyku uyumuyo.
karnı aç, ama doyurmak istemiyo.
ilgisini çekebilmek mümkün değil. ne televizyon, ne pepe.

arda türkmen bile ilgisini çekmiyo artık.
hava da soğuk dışarı çıkaramıyorum.

iki gündür sürekli ağlama,
ağlamadığı zaman bildiğin bağırma,
kangurudan inmeme, dönenceden oyuncaklara kadar
her gösterdiğim şeyden kafayı öbür tarafa çevirme hali..

neler öğrendiğine gelirsek
bu iki gün içinde yattığı yerde yuvarlanmayı öğrendi.

uykusu geldiğinde gözleri kapanmasın
aman mazallah uyur da anası rahat eder diye
kaşlarını kaldırarak gözlerini açmayı öğrendi.
hayır zaten kaşlar adile naşit gibi incecik yuvarlak,
bi de kaldırınca bi gülesim geliyo
sonra uykusu iyice kaçıyo durma uğraş.

 bu atağın en kötü özelliği 1 ila 6 hafta arasında sürmesiymiş.
umarım bizimki iki üç günde geçer.

ataklar zor okuyucu,
yeter artık dayanamıyorum dediğinde bunun bi atak olduğunu
farkedersen şanslısın.
mesela ben dün ağlıyodum dayanamıyom tülay
sabahaçi uyku uyuyamıyom diye,
sonra aa atakmış diyip rahatladım.
biliyosun çünkü, biticek.

bu süreçte sabırlı olmakta,
ya ben konuşamasaydım, derdimi anlatamasaydım
ve ilk kez karşılaştığım dertlerim olsa yardım alamasaydım
nasıl davranırdım diye düşünmekte fayda var.

 benim inancıma göre sabır istememekte de fayda var,
zira sabır derdiyle birlikte geliyo.

inanç demişken bu süreçlerde faydalandığım
bazı şeyleri de söyleyeyim;
88 kere ya halim(cc) çekmek ve çocuğa üflemek sakinleştiriyo.

uykusunun gelmesi için 35 besmele,
3,9 veya 11 tane de vecealna nevmeküm subata ayetini çekiyorum.

inandığım için faydasını görüyorum,
denemek isteyene allahın hikmeti çok (:

daha rahat uyuması için milupanın rezene çayını da tavsiye ederim.
normalde ben içip sütten ona geçmesini tercih ediyodum,
ama bu uykusuzlukla içersem
ağlamaktan kendini yırtsa uyanamam.
üzerinde bebekler için ne kadar hazırlanacağı da yazmıyo,
doktorumuza sordum 30cc suya bi silme çay kaşığı hazırlayıp
bir gün içinde toplamda bu kadar verebileceğimi söyledi.

benim gibi beli kırık anneysen
babanın beden gücünden faydalanmak da
oldukça yarayışlı bi seçenek.
işte çok yoruluyolar, biliyorum ama
akşama kadar sekiz kilo taşımak
bu süre zarfında sürekli susturmaya çalışmak
gün içerisinde yemek yiyecek vakit bulamamak da çok yorucu..

sonraki büyüme atakları allah ömür verirse
26, 37, 46 ve 55. haftalarda.

tabi ergenliğe kadar devam ediyo,
ama hem aralıkları çok uzun
hem de çocuk sosyalleşip derdini anlatabildiği için
farkedilmez bi hal alıyo.
ergenlik başlı başına atak sanatı zaten.

beriltonun uyuduğu yegane zamanları sana bunları anlatmakla geçirdim,
şimdi fırsatı değerlendirip yarım saat uyusam
belki insanlığa bi adım daha yaklaşırım.
belki rüyamda şirinleri görürüm,
belki uyandığımda beril pamuk helva kıvamına geri döner,
belki atak geri çekilir onu dövmemden korkar.

belki beril beni gülümsetecek yepyeni bi beceri edinmiş olur,
anneciim diyerek uyanır.

yarım saati hayal kurarak geçirmek istemiyorum okuyucu,
öperim :*

 

 
26.1.15 2 yorum

her genç kızın rüyası, kiçıneyd mutfak makinası!


melaba okuyucu!

kaneviçe serüvenime hızla başlamış bulunmaktayım.
her semmma procesi gibi, bu proce de çok uzun sürmeyecek
yarıda bırakıp başka bişeye atliycam muhtemelen.

işe nerden başlasam diye düşündüm,
o da çok sürmedi.
dedim mutfaktan başlayayım.
şöyle yan yana üç tane pano yapayım bomboş bi duvarım var.
tabisi mutfağın kraliçesi kiçıneydle başladım.
allam sen sonunu getirmeyi nasip et, dinimiz amin.

insanın çocuğu olunca bırak kaneviçeyi, kahvaltı yapmak bile lüks geliyo okuyucu.
uyudu elime işimi alıyım ama
öncesinde parmaklarım uyuşana kadar fırını ovaliyim ki
vicdanım rahat etsin moduna giriyosun.

o arada uyanıyo, aman gece uyuyunca yaparım kaneviçemi diyosun.
sonra o gece uyumadan senin gözler gitmeye başlıyo.
hayat bu kadar rererö.

 bu arada farkettim ki kabın sağ tarafı yamuk olmuş.

dur hazır berilto uyuyoken sökiyim de baştan yapıyım.
üpperim :*




20.1.15 15 yorum

hayır küçükhanım sen şöförle dooğru okuluna!


günaydın okuyucu!

ne biçim de güzel fotoğraf çekmişim.
gerçek çiçekleri masanın üstünden yapma çiçeklerin hizasına getirip
çiçekler çokmuş gibi göstermek,
gelinin kız kardeşini sade ve güzel göstermekten bile
daha önemli ve büyük bi fotoğrafçılık hilesidir.

bu arada annem şu an biloğu okuyosa dikkatini çekerim,
öf masamda bi tane leke yok nerdeyse cama bal döküp kahvaltı yapıcam.
allam çok temiz.

neyse.
çocukluğumdan beri süregelen bir alışkanlığım vardır.
sabahları uyanınca beyaz porselen fincanımda sütlü çayımı içer,
taze sıkılmış portakal suyumdan bi yudum alır,
ve dört dörtlük donatılmış
-bak donatıl"mış" diyorum-
kahvaltı sofrasından tek bi çatal bile almadan
hemen kendimi sıkı bi yürüyüş için dışarı atarım.

 gelen geçen nasiplensin diye etrafa
alman somun ekmekleri ve beykınlar serpiştirdikten sonra
deri koltuğuma gömülüp günlük gazetelerin başlıklarına
şöyle bi göz atmak için eve dönerim.

şaka nan şaka.
peynir zeytin neyime yetmiyo.
beykının türkçesini bile bilmiyorum ayrıca.

ebet, hemen hemen her sabah yürüyüşe çıkıyorum ama
olaylar bu şekilde gelişmiyo.
asilzadeyiz dediysek burjuvayız demedik.
benimki maddi değil soydan ve kandan gelen bi sıfat.

beril uyanıyo,
ayılıp iyice kendine gelip
"öf yine mi evdeyiz ya" tripleri ve nurella bakışlarıyla
oturma odasını şöyle bi süzdükten sonra ellerini cama uzatıp
mızırdanmaya başlıyo.
sanki parkta yatırcaz haspamı evde uyanmasın diye.

sen az önce ultra lüks spor ayakkabılar, heşofman falan hayal ettin ama
"ya bi dur da feracemi giyiyim be!"
"of çorap giymeye bile izin vermedin dövcem seni ha"
efektleri eşliğinde hanfendinin uzay kıyafetini giydirip
yakam paçam bi yerde kendimi zor aşağı atıyorum.
neyse ki birinci katta oturuyoz da kazasız atlatıyoruz.
-bu bilokta kusmak serbesttir-
(bkz: bi keresinde kusmuşştum!)

bugün de rutini bozmadan çıktık,
kendimize en mis kokulusundan iki demet karanfil
bi de simit ısmarladık.
beriltoya kendi çiçeğini kendi alması gerektiği öğütledim,
zira karşısına "bizim burda çiçek satılmıyo ki yea" diyen
ama aynı zamanda dünyanın
en medeni yerinde oturduğunu iddia eden biri çıkabilir.
neyse, ben kendime de kızıma da alırım poroblem yok.


ve uzun zamandır yapmadığım bişey yaptım.
simit-kahve kahvaltısı!

bebesine ek gıda vermeyen anaların işi çok zor okuyucu.
kahve içme, çayı nerdeyse beyaz iç, yeşil çay zaten yasak.
bakliyattan, sütten, gerekirse yoğurttan bile uzak dur.
her gün yumurta ye
-ki ben dört ayda iki gün yaptım bunu-
vıt vıt.

dördüncü ayın sonunda kendimi bi şımartıp
bi kupa kafeinli kahve içmek benim de hakkım değil mi ha?!
tamam, gece beril uyumazsa gelip ağlamicam.

kupam ne tatlı dimi (:
yıldızda mastera başladığım o genç, körpe, tazecik zamanlarımda
yıllaaaar yıllar önce
domgünümde diğer akademisyen olma yolundaki arkaşlar almıştı.
oldular da.
baya baya öğretim görevlisi, yardoç falan oldu adamlar
ben hala geçen gün babama neden okulu bitiremediğimi anlatıyorum..

 bugün bi liste yaptım.
hani eskiden tudu listlerim vardı ya, nebçim özlemişim.

kalan yünleri değerlendirip berilin oyun halısını bitiricem,
bi mutfak kaldı temizliği bitiricem,
envere beni ikeaya götürsün diye türlü şirinlik yapıp
ikeadan bu sefer kasa sırası beklemeye üşenmeden
sepete koyduklarımı gerçekten satın alarak çıkıcam.

tüm bunları yaparken
benim de kalbim kadar temiz etamini
-hıh.-
ve etamin ipliklerini almayı unutmayıp
yarın tabloları yapmaya başlicam.
gıybetşinasrakun!
işşte şimdi sen düşün!

 
 

19.1.15 5 yorum

bebek akıllı çıktı rıza baba!




melaba!

iki buçuk kişilik bi çiğdem ailenin
nası bu kadar çamaşırı çıkar anlamıyorum..
neyse konu bu değil.

başım fena halde belada okuyucu.
 daha üç buçuk aylık olmasına rağmen
yattığı anda geri kaldıralım diye
öksürme taklidi yapan bi kızım var..
kim öğretiyo bunları, nerden öğreniyo anlamıyorum.
hanginiz gösterdiyse söylesin, valla kızmicam.

bildiğin taklit yapıyo, dümenci.
babası geçen "kızım yuh senin bu yaptığını on yaşında çocuklar yapıyo"
diyince farkettim ki,
ay benimki çok zeki ya okumayı iki yaşında öğrendi demek yerine
acaba kafası hangi felfecirliğe çalışıyo diye düşüneceğim bi çocuğa sahibim.

bugün biraz lütfedip gün içinde uyumaya karar verince
havayı da güzel görünce temizliğe giriştim.
ne zamandır böyle büyük iş yapmıyomuşum ki
hemen ay azcık kahve yapsam da otursam diye söylenmeye başladım.

kahvemi yaptım, cutthroat kitchenı açtım,
vakit doldurmak için kaneviçeye geri dönmeye karar verdim.

berilto doğmadan önce,
kaneviçe kaplı çerçevelerimden kaneviçelerimi itinayla söküp
enverin "aa atma onlarla ne kadar uğraştın" demelerini dinlemeden
ben çerçeveleri beril için kullancam yaa diyip
içinde ne var ne yoksa çöpe yolladım.

şimdi utanmadan tekrar yapcam, ebet.
akşamları beril uyuyunca
şöyle bi fincan bitki çayı alıp
dizlerimi altıma toplayıp yarımşar saat kaneviçe dokusam,
ay ne hanım hanımcık hiç benim tarzım değil.

senle de şablonları paylaşayım,
sırayla gideyim istedim.

öperim :*



 
16.1.15 5 yorum

bi keresinde kitap okumuştum.




meelaba tatlım!
naber?

beriltonun uyku saatlerinin az çok düzene girmesiyle
-düzen dediysem bebek düzeni sanma,
sıpa gündüz hiç uyumuyo-
 biraz kendime vakit ayırmaya başladım sayılır.

evdeki ıvır zıvırı didiklemeyle başladım,
keçe parçalarından beşik başı süsü
-ayıptır söylemesi nörsıri dekor-
kalan yünlerden oyun halısı derken
kalmış parçaları hızla birleştirip kalacak daha büyük parçalar haline getirdim.
detaylar assoora.

pasta siparişleri,
berilin diş buğdayı için konspet çalışmaları derken
bütün günüm işe yaramaz şeylerle doluveriyo.

havaları güzel gördükçe kaçıp kaçıp gidiyoruz beriltoyla,
allah ne verdiyse bloğunun sahibesi melek ablam
hava nasıl olursa olsun günde en az bi saat çıkar demişti,
uygulamaya çalışıyorum.
ama ço akıllı olduğundan
-her annenin çoocuğu gibi-
evin kapısına gelince başlıyo ağlamaya,
bi süre sonra pes edicem sanırım..

bebek arabası sürmek o kadar zor bişey ki okuyucu..
kaldırımın ortasına dikilmiş otobüs durakları,
ana yoldan kaldırıma iniş çıkışların olmaması,
yaya geçidi denen şeyin sürücüler tarafından bilinmemesi,
yokuş aşağı inerken ay ya şimdi araba elimden kayarsaağ
acaba yokuştan çıkan biri varken mi insem
kayarsa o tutar falan gibi düşünmek,
bu süreçte durmaktan sıkılan bebenin ağlamaya başlaması..
of yoruldum.

bi de tekerlekli sandalyeye mahkum insanlar var
ki ben de onlardan biri olacaktım allah korudu.
 nasıl çıksınlar yollar bu haldeyken..
memlekette onlarca hizmet aynı anda yapılıyo,
şimdi hak yememek lazım ama
bi de şu engellilere yardım konusuna el atılsa.
sarı çizgiler ne güzel oldu mesela..

neyse işte geçen dışardayken
baktım kitaplarda indirim.
allam yirmi liralık kitabı elliye çıkarıp otuza satsalar
oh la la indirim var diye çıldırıyorum ben.

enverle de evlenmeden önce
bak kılık kıyafet kuaför masrafım yok,
kitaplarımı karşıla yeter pazarlığı yaptığım için
ilber ortaylı gülüşü gibi saldırdım.

neyse ki bu seferki sahiden indirimdi.
vaktimi ziyadesiyle tez yazarak geçirdiğimden
-şaka be şaka hiç öyle mantıklı hareketlerim olur mu-
çerezlik okumalıklara ihtiyacım olduğu kanaatine vararak
beriltonun üstüne yükledim koca seriyi.
şimdilik okuyarak uyuyamıyo ama
taşıyarak uyuması da yeter.
bu arada serinin bi kitabı eksik kaldı,
yollamak isteyen varsa üperim :*

bol miktarda altını çizdim gelicek okuyucu,
seriye de bayıldım.
muçmuçluk içermeyen ço sempatik hikayeler..

assoooraa!
 

 


9.1.15 11 yorum

çünkü anne olmak kartpostal gibi bisey.



gummornin okuyucu!

ayıptır söylemesi artık bu saatte kalkıyoz da.
hatta berilto kalkmadı.
saat on gibi kalkıp kafasını iki yana sallamaya baslıyo, beni ayagına al mesajı verdikten sonra
bi yarım saat kadar keyif yapıyo.
korkuyorum ek gıdaya geçince uyanır uyanmaz kahvem nerde falan dicek..

üç buçuk ayı tamamladık.
bu süre içinde gaz problemimiz çözüldü,
uykumuz düzene girdi,
anne baba dede taninmaya baslandı.
benimle yalnız büyüdüğü için eve gelen misafiri şiddetle reddetmeye başladı.
her gelene dudak büzüp ağlamayı,
başkası kucağına aldığında yırtınıp bana doğru atlamayı öğrendi.

maalesef anasına çektiğinin bi ıspatı olarak
uyurken sessiz ve hareketsiz kalmanın gereksiz olduğunu keşfetti.
uykusunda hem konuşuyo hem de yuvarlaniyo.
neyse ki yatağının bi ucu bana bağlı da hemen farkediyorum.

babasının sağ taraftan destek vermesi sonucu
yatarken sola doğru dönerek kalkmayı öğrendi.
çikolatanin, ayva reçelinin, krem peynirin
ve elmanin tadına bakti.

diş çıkarcam ben triplerine girdi.
saniyede on litre salya akıtma,
anasının yanağını -ki adeta madame moorumdur ben-
babasının elini ve kendi yumrugunu dirseğine kadar ağzına sokmayı sosyal faaliyet haline getirdi.

altı kere anne, iki kere baba, bi kere de 
"allam susmuyo ya vıttırı vıttırı" dedi.
şaka nan şaka demedi sonuncuyu ben gözlerinden anladım.

böyle dünyada tek çocuk kendininkiymis gibi davrananları hiç sevmem.
ama olur da berilto bigün okursa diye yaziyorum.
yoğusa zaten dakikada on tane vüdyo çekiyoz.

üç buçuk ayın sonunda anne adaylarına önerimse şu yönde, üç ay sabredin, muhakkak düzene giren biseyler oluyo.
fazla kiloları da dert etmeyin diş çikarma evresinde bebeğiniz çiğneyip vakumlayarak tüketebilir.

donarak ölen köpeği gördün mü okuyucu?
çöpten salatalık bulduğu icin sevinen çocugu?
ben çok ağladım.
en son maden kazasında bu kadar ağlamıştım sanırım.
o çocugun bulup annesine götürdüğü salatalıklar öküz oldu içime oturdu.
kıymetini bilmediğim onlarca şey saydım,
instagrama mal mal bakıp ihtiyacim olmayan saçmalıkları satın almamak için duvar kağıdı yaptım.
hele ki bi daha buzdolabından bisey atmak mı,
allah korusun.

hiç farkında olmadığımız nelerin hesabını vericez
ahirette acaba, ne biçim de tırstım.

hayat çok deneşik bişey okuyucu.
karnına kocaman bi hayat daha sığdırabildiğin kadar tuhaf.
elinn itersiyle ittiklerinin ne kadar kırılgan olabiliceğini düşünmüyosun bazen.
çizdiğin yolda sana eşlik etmek zorunda bıraktıklarını,
kimlerin neleri gerçekten hak ettiğini,
seninkini hiç aklına getirmeden dinledigin
kaç cuma selası olduğunu..

of cok dertlendim berili uyandırıyım da 
azcık ağlayalım.
şaka be altını değişcem.

öperim :* 























 
;