16.11.12

altını çizdim - uyurgezer .. jonathan barnes

benim bizzat kendi şahsi notum:
 ben beş yaşımdan beri kitap okuyorum
(bkz: sözlük beyanatları)
(ne işime yaradığını hala çözemedim..)

ucubeler,
allahın güzellik yerine başka nimetler verdikleri,
 londra,
ütopik hayaller ve yeni devlet düzenleriyle ilgili
onlarca kitap okumuşumdur..

uyurgezer,
bunları olağanüstü güzellikle birleştirmiş.
barnes'a saygılarımı sunarım.
(noble'a da, üzülmesin.)

washington post tarafından yapılan
"tuhaf, sıradışı ve mükemmel" yorumu,
kesinlikle eksik kalmış..



demedi demeyin.
bu kitap kesinlikle hiçbir edebi değer taşımamaktadır.
inandırıcı olmayan karakterlerin bulunduğu,
yavan ve ağır bir dille yazılmış,
çoğunlukla saçma ve kasten acayip,
alengirli, akla yatmayan,
anlamsız bir kağıt parçasıdır (5)


uyurgezer'i basitçe
istisnai uzunlukta bir adam olarak tanımlamak,
onun hatırasına haksızlık etmek olacaktır.

anormal, ürkütücü biçimde uzundu.
hiç şüphesiz boyu iki buçuk metre civarındaydı.
koyu kahve, darmadağınık saçları vardı.
azımsanamayacak yoğunlukta
bir çift favori uzatmıştı
ve doğaüstü kuvvetini maskeleyen,
sevilesi, masum bir havası vardı.

daha da tuhafı, sürekli minyatür bir kara tahta
ve bir koçan tebeşir taşırdı. (18)


edward moon mutsuzdu.
müzmin bir halde,
ölümcül derecede,
tehlikeli bir biçimde bıkkındı. (25)


bayan puggsley her zamanki zerafetiyle
sallana sallana geldi.
peşinde, ilk bakışta tamamıyla sıradan görünen,
oldukça olağandışı bir kadın vardı.

hoş simetrik yüzlü
ve düzgün, çekici biçimde gamzeli,
oldukça alımlı bir kadındı.

doğal kıvrımlarını vurgulamak için
yeterince sıkılmış ince bir kemerle belden bağlamalı
tiril tiril beyaz bir elbise giymişti.

ancak onu,
insanın her gün sokakta yanından geçtiği güzel
fakat gösterişsiz ordudan ayıran şey,
korkutucu derecede gür bir kara sakala sahip olmasıydı.
(43)


"güle güle bay moon,
sizi bir daha görmeyeceğim.
bir hayal kırıklığına daha 
dayanabileceğimden emin değilim.."
(58)


uyurgezer kıpırdamadan duruyordu.
diğer adam kükreyerek ona doğru koştu ve
vahşi br ciritçi gibi kılıcı devin göbeğine derince soktu.

uyurgezer yarasına baktı,
yüzü hafif bir merakın resmiydi,
gözlerini kaldırdı ve gülümsedi

uyurgezer, kılıç göbeğinden kolayca girip
lekesizce diğer tarafından çıktığında,
hala durmaksızın ve durdurulamaz biçimde
gelmeye devam ediyordu.
(66)


neye inandığınız sizin meseleniz,
ama size şunu söyleyebilirim,
bundan dokuz yıl sonra kral ölecek.

 13 yıl sonra ve 20 yıl sonra tekrar savaşta olacağız.
1952'de tüm şehir zehirli bir sisten ölecek.

on yıl sonrasında şehrin silüeti ebediyyen değişecek.
yeni binalar dimdik yükselip göğü delecek.

bir yüzyıl sonunda da şu an liman
ve gemi depolarımızın geliştiği,
başarılı olduğu yerlere,
korkunç ve kocaman mabedler inşa edilecek.
(90)


"hayatımdan tüm renkler çekildi,
bir dahaki sefere bana kırmızı getir.
mor, kızıl ve sarı getir."
 (103)


"o habis bir adam değil.
yüce olduğuna inandığı emeller doğrultusunda hareket ediyor"

moon'un dudaklarının köşeleri
alaycı bir tebessüme dönüştü;
"canavarlar hep öyle yapar" 
 (128)


kendine tek bir zevki reva görürdü,
her gün, günde bir kez, bir tane puro içerdi.
bu purolar, bu işin erbabı tarafından sevilen,
seçkin bir markaya aitti.

türkiye'nin meçhul bir bölgesinden
yüksek bir bedele ithal edilir,
ve şehrin merkezindeki fahiş fiyatlı bir dükkanda
birkaç seçilmiş müşteriye satılırdı.
(152)


katil birşeyler fısıldadı.
ve bir anlığına iki adamın
keskin acıları yaralar,
ıstırapları kelimeler ötesinde,
akılları başlarından gitmiş gibiydi.
(169)


şarap ve çay önündeki masada birleşip
iç içe geçtiğinde,
sıvılar önce fokurdar gibi oldu.

derken anormal bir tepkimeye girip
buharlaşmaya ve pişmeye başladı.

ne olduğunu anladığında iş işten geçmişti.
yüzü bir kez daha kasıldı.
birşey yuttu sonra,
yüzü benek benek morarıp
ağzından beyaz köpükler çıkarken titredi.

saniyeler sonra vücudu vücudu içe doğru kıvrıldı,
ve birkaç kez seğirdikten sonra hareketsiz düştü.
dedlock hüsran içinde bağırdı,
cesedi kendine çevirdi
ve ayağa kalkıp sendeledi.
(182)


"bir uykucuları var."
"bir uykucu?"
"en ölümcülümüz.
ve şimdi bu adam, bu katil,
yıllar önce ülkeye kendi ellerimizle yerleştirdiğimiz bu adam,
şimdi onların davası adına tutuluyor."
(200)


birkaç metre ötede göz bantlı
ve burnunun bulunması gereken yerde
girintili çıkıntılı kırmızı oyuklu bir adam oturuyordu.

yanındaki,
tekrarlayan şiddetli titreme ve irkilme nöbetlerine
maruz kaldığı gözüken,
yarım kollu bir adamdı.

yakınlarda,
kanlı bir kavga akıbetinde yüzü bir köpeğe
ya da bir kunduza benzetilen
kemikleri çıkmış bir adam oturuyordu.
(207)



evvela tüm çalışanların konaklaması
binada sağlanıyor.
gerçekten binanın içinde,
zemin katların derinliklerinde
ikamet ettiğimizi kastediyorum

 bu; insanların reddedebileceği bir cömertlik değil.
tüm çalışanlar için zorunlu!
(214)


şehrin, ülkenin ve hatta dünyanın
tamamen yanlış insanlar tarafından yönetildiğine
epeydir inanmışımdır.

devletten büyük mali kurumlara,
asilzadelerden polis kuvvetlerine,
hayatımız istisnasız rüşvet yiyiciler,
gözü doymayanlar,
haksız yere zengin olanlar,
aptallar ve açgözlüler tarafından kontrol ediliyor.

dünyanın hakimleri,
banka bakiyesi,
seçim sandıkları,
deniz aşırı hesapların erbabı olmak yerine;
olağan mevkilerden dürüst, iyi kalpli,
yiğit insanlar arasından seçilseydi
herşey ne kadar da rahat olurdu...
(217)



sizinki tek bir kronoloji.
güllük gülistanlık ve tahmin edilebilir.
salı pazartesiyi izler,
çarşamba salıyı.

ama benim için değil.
hayatım boyunca geri yürüyorum.
çarşamba sabahı uyanıyorum ve bir önceki gün perşembe.
hayatım sürekli bir kayma,
temas kaybı.

senin bakış açınla iki kez daha karşılaşacağız.
gelecek sefer ben kendim olmayacağım,
sonrakinde seni zar zor tanıyacağım.
buluştuğumuz gün sana veda edeceğim.
(230)


 12 kişilerdi.
üniversiteden taze çıkma.
ingiltere'den çıkıp amerika'da,
susquehenna'nın kıyılarında
mutlak bir yeterlilik içinde yaşamayı,
mükemmel toplumu oluşturmayı planlamışlardı.

ağaçlara balta vururken metafizik tartışmayı,
bufalo avlarken şiir eleştirisi yapmayı,
toprağı sürerken soneler yazmayı düşünmüşlerdi.
(240)


tuhaf bir topluluktu, su götürmez.
hepsi de garip yaratıklardı.
kimileri doğrudn lağımdan çıkarılmış gibiydi.
Tan'ı bildiğimden, bu ihtimali bile geçemiyorum.

derken inşaata başladılar,
yeraltında.

çalışanlar için konaklama dediler.
ben ayrıldığımda birçoğu orada yaşıyordu.

bir de isimler.
o kadar şeyin içinden, adlara karşı çıkmaya,
herkesin bir numara almasında ısrar etmeye başladılar.
(243)


"dünyaya böyle çileden çıkarıcı olarak mı geldin,
yoksa onu burada mı öğrendin?"
(247)


"Adım" dedi, "Aziz doktor Tan".

Ancak beni sevgili okuyucular,
anlatıcınız olarak daha iyi tanıyacaksınızdır.
(272)

(bu kısımda kitabı elimden düşürüp
iki dakka ağzımı kapatamayacak kadar şaşırdım.)


vicdanım oldukça temiz.
ne yapıyorsam bu muhteşem şehrimizdeki
fakirler ve terk edilmişler için yapıyorum.

ellerinde olmayan şartlar tarafından
toplumun uçurumlarına itilmiş yoksullar için yapıyorum.

mazlumlar...
dünyayı miras alacak mazlumlar.
(276)


kariyeri süresinde arthur barge,
34 adam, 13 kadın
ve iki ikiz çocuk öldürmüştü.

bu süre zarfında, kurbanlarını keserek öldürmeden önce
gözlerinin içine bakmak gibi belirli alışkanlıklar
ve adetler geliştirmişti.
(282)


 muazzam metal bir küre;
içinde yağ gibi sarı bir sıvının iştahla aktığı,
kocaman demir bir yumurta odayı dolduruyordu.

bir kenarında, çalışan kısımları
iskeletimsi bir şekilde sergilenen,
tüpleri ve metal hatları ile küre ile arasında göbek bağı gibi duran
küçük bir buhar motoru duruyordu.

elektrik ve buharın tüm çağdaş teknolojisi
kürenin emrindeydi.

fakat öylesine bir hayreti oluşturan,
bu nesnenin kendisi değil içinde bulunandı.
yegane işgalcisi.

kürenin içinde, neredeyse bir asır öncesi kıyafetler içinde,
incecik beyaz saçları nikotin
ve çürümeden sararmış,
alacalı derisi kimi yerlerinden yırtılmış
ve küçük kokuşma işaretleri gösteren
yaşlı bir adam süzülüyordu.
(288)


uyurgezer'i 24 kez üst üste şişledik.
vücudundan iki düzine kılıç geçirdik
ve onları yerdeki toprağa iyiec sapladık.

soğukkanlılıkla,
hiçbir ses çıkarmadan,
tüm bu yaralara dayandı.

ve bir damla bile kan dökmeden
böylesine bir işkenceye dayanabilen bir varlığın
tam olarak ne olduğunu bir kez daha merak ettim.
(294)


yaşlı adamın kafası yukarı doğru seyirdi,
vücudu titredi ve şiddetle sallandı.

rüyacı uyanmıştı.
(296)


yaşlı adamı yeniden canlandıran amniyotik sıvı,
öngörmediğim kimi özellikler barındırmış olmalıydı.
bu günlerde tam içeriğini hatırlayamıyorum.
 belki de bu en iyisi..

o alçak deneyleri başka kimsenin tekrarlamasını istemem.
(307)


ben bu esnada başkanı izliyordum.
şişmiş öfkelenmiş ve kabarmış yaşlı adam,
alanda güçlükle ilerliyordu.

ardında vücut parçaları;
parmaklar, bir kulak, et ve deri parçaları,
ve doğrulmuş dev bir salyangozu andıran
parlak yeşil bir iz bıraktığından
takip edilmesi kolay oluyordu.
 (312)


iki adam, dalgalanan sudaki yansımalar gibi
titreyerek hafif hafif parlar gibiydi.
bu fiil birkaç saniyeden uzun sürmedi ve kayboldular.

oo, evet, kayboldular.
bir an oradaydılar,
diğerinde silinmişlerdi.
(316)


nereden başlamalıyım?
o uzun ve aşağılayıcı ölümün hangi noktasından?
wimbledon'a yapılan uzun
ve acı veren yolculuktan mı?

koltuklara yapış yapış
kırmızı bir madde kustuktan sonra
arabadan atıldığı andan mı?

pisliğe bakıp o kokuşmuş salgının
mide zarının son kalıntıları olup olmadığını
neredeyse boş gözlerle
merak ettiği zamandan mı?
(325)


 


18 yorum:

  1. Okumadan anlayamayacağımı anladım...
    İyi anlamış mıyım?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bi yandan ekim yapıp bi yandan mail atıp bi yandan da bunu okuyup anlamak!

      konguraculeyşıns!

      ben ekim yaparken nefes bile almıyorum yav özeyi besiyerine fazla batırırım, aman da yırtılır, aman da zon oluşur ıddı bıddı diye.

      bi gün ben de bu kadar yetenekli bi terazi olsam. sonra mutlu olsam.

      Sil
    2. Ekimlerim bitti bi kerem. Bi de iş hayatında her şey çok kolay! Hazır besiyerleri felan... Teey hey!

      Sil
    3. ben bilemem ki:(
      bize üç kuruş proje parası geliyomuş(!), onu da besiyerinin hammaddelerine harcayıp çeşit çeşit besiyerini kendimiz yapcamışız.

      çok imrendim be.
      yani hazırcı olduğumdan değil de, bi platin özem bile yok; anlıyor musun? hadii gülümseee

      Sil
    4. ÖZE-BİR CAHİLLİK HİKAYESİ:
      ODTÜ'den dikey geçişle Ankara Üniversitesi'ne geçmişim. 3 ODTÜ'lüyüz. Forsumuzdan yanımıza yaklaşılmıyor. Biz yaklaşsınlar istiyoruz ama onlar bizi burnu havada zannedip yaklaşmıyorlar. İlk laboratuvar dersi 2. sınıflarla. "Öze" diyor hoca. "Özeyi uzatır mısın?". "O ne ki?" diyorum. Biz hariç bütün sınıf alaycı bir kahkaha patlatıyor. "Nasıl yani ODTÜ'den geldiniz de özeyi bilmiyor musunuz?" Valla bilmiyorum. Meğer benim senelerce "loop" olarak seslendiğim şey özeymiş. Fors falan kalmıyor tabe.

      Şimdi de ekim için öze neyin kullanmıyoruz. Ama ezelden beri sevmem kendisini. Yani kendisini severim (minik şirin halka hihi) ama ismini sevmiyorum.

      Sil
    5. bak hele bak. lupmuş. halis muhlis türk özesi o. sizi oddülüler sizi.

      oddülü dedim de, fondü olsa da yesek..

      Sil
    6. FONDÜ-BİR KENDİNİ BİLMEZLİK HİKAYESİ:
      Hayatımda sadece bir defa fondü yedim. Mönüde yazıyodu, yanımda erkek arkadaşımın samimi bir arkadaşı vardı. Öyle kahve felan içiyorduk. "Fondü ne ola ki?" dedik. Garsona sordum yırtık mönüden fırlar gibi, "çilek, çikolata" duydum. Sağır olup "istiyoruz" dedim. Bi fondü geldi Allah seni inandırsın, sevgilimle oturuyor olsaydım bile çok utanırdım. Kalpli kalpli süsler, göğüse benzetilmiş çilekler töbe yalebbi.
      Çilekler, çikolata, ben, zavallı arkadaş... Yedik ama...
      Napalım pahalıydı ve öğrenciydik :D

      Sil
    7. (: bende seti var, gayet de edepli. yollayım mı sana?

      Sil
    8. SET-BİR YUH ARTIK HİKAYESİ:
      Şaka şaka yok öyle bi hikaye.

      Bu arada biz bu konuya ne zaman geldik yahu? Kitap şeediyoduk.

      Sil
    9. odtüden fondüye falan.
      normal mi ilerlicek sandın?
      arada böyle ümitliliklerin olmasın.

      Sil
    10. Ya yok normal olanı anormal gitmesiydi zaten de. Hangi ara sapıttık onu merak ettim. Sonra buldum zate.
      Ankara dolmuşlarının çoğunda kocaman OTDÜ yazar. Orta Toğu Deknik Üniversitesi yaaa yaaa...

      Sil
    11. vallaha mı(:
      bizim okulun kantininde de itü yazıyodu. oysa ki istanbul üniversitesiydik..

      Sil
  2. Gidip bir yerlerden bulup okumak istedim tam şu an! :]

    YanıtlaSil
  3. İsmail YK'nın şarkıları bile daha anlaşılır yahu :))
    Bu kitap hani; sırada okunacak kitap kalmadığında,bir yenisi alınana dek,sırf anlamadığın için 2-3 kez okunası bir kitap :)) evet benim o tür kitaplarım vardır :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. işte ben kitabı tamamen anlamayın bu sefer okumaya gerek duymazsınız diye buralarını yazıyorum. arada böyle zekiliklerim vardır.

      ben kendisini sırada bekleyen onlarca kitaba rağmen ilk sıraya koydum. o kadar sevdim ki bitince hemen arkasına barnes'ın domino adamlar'ını yerleştirdim. du gideyim de başlayayım.

      Sil
  4. Seni zeki ve bir o kadar güzel kız, okunacaklar listeme ekledim barnes abiyi :))
    ya birde sen bunları tek tek yazıyormusun? yoksa bi hilen mi var? :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yorumun başını okuyunca bi an başkasına yazmışsın hacı diyesim geldi. kimden aldın zeki ve güzel olduğum duyumunu? bi kere dünyada böyle bişey yoktur ki, güzel kadınlar aptaldır ehehe:D

      (bkz: çirkin kadınların ürettiği yalanlar)

      tek tek yazıyorum ya, ne hilem olacak. çok isterdim ben söyleyince ekrana geçiren bi bilgisayarım olmasını, şu görme engellilerde olduğu gibi. ama allah sağlık versin de yazarım yani hiç üşenmem.

      adamlar o kadar sayfa yazmış ben okuyayım diye, tanıtmak için bi sayfa yazamicam mı(: arada böyle vefalılıklarım oluyor.

      Sil

 
;