naber okuyucu?
ben hastayım, uykusuzum, yorgunum..
dün gece yine sabaha kadar oturacağımı anlayıp
geçtim kütüphanenin karşısına.
biri bana bi kütüphane evi versin coyiler!
bu kitapları yan yan dizince hiçbişey anlaşılmıyo,
çekip geri sokmaya çalışmaktan anam ağlıyo.
bi kütüphane evi olsa, duvarlara dizersin kitapları yüzü sana dönük şekilde
hiç problem kalmaz!
arada böyle maliyetsiz isteklerim vardır..
neyse işte yorgan döşekten kurtulamadığım için
elbette kitaplardan da bu ilgimi çekti.
çekmez olaydı..
natasha mcelhone mu? tanıyorum ki bu hatunu ben dedim.
kelifornikeyşın izleyenler yakinen tanır,
izlemeyen de bi filmine falan denk gelmiştir elbet.
ablanın kocası bu film setindeyken
birden kalpten gidiyo.
bu da hamile, üçüncü çocuğuna.
sonra kocasına yazmaya başlıyo, düzeltmeden de basıyo.
bu sebeple kitapta çok tekrar var,
sürekli aynı isyan var başlarda.
ama çok da acı var,
babasının ölümünü anlamayan iki çocuk var,
onu hiç görememiş bir bebek var,
hayatın sorunları var,
evin erkeği gittiğinde geriye kalan
kocaman bi problem yığını, güçsüz bi kadın..
sonra kitap elindeyken dönüp dönüp envere bakıp
allahım hasta masta, iyi ki yaşıyo diyen
bu sorunu ben yaşasam napardım diye düşünen,
allah kahretmesin gece gece ne vardı bunu seçicek diye sayıklayıp
hüngür hüngür ağlayan bi semmma var.
çok edebiyat bekleme bu kitaptan okuyucu.
süslü cümleler yerine bolca samimiyet var..
altını çizdim.
onun bizde bıraktığı parçaları kimse dolduramaz,
oraya kimseyi koyamayız.
ancak görüyorum ki, o boşluğu büyüyen parçalarımızla
biz kendimiz dolduruyoruz..
her yerde yazıyorum eşime.
uyku tutmayan bir gece yarısı uyuduğum yerden,
süpermarkette sıra beklediğim kasanın önünden,
çocukları almak için gittiğim okul kapısından,
doğumdan sonra bile.
birisi tabutun kapağını açmaya çalıştı,
ama izin vermedim.
bakmak istemedim.
burada, kafamın içinde sen hala hayattasın,
ölmüş halini görmeme gerek yok..
yanlış cevaplar veririm sorularına,
doğruymuşlar gibi davranırsın..
hiç bilebilir miydin?
ben bilebilir miydim yaşlanıncaya kadar elini tutamayacağımı?
evlilik yüzüğümde yazdığı gibi;
"bu benim.
seni sarıp sarmalıyorum,
her dakika, her gün, sonsuza kadar."
bugün herşeyde seni hissettim,
zamana olabildiğince karşı gelebiliyordum.
günlerimi elektrikçi, tesisatçı ve gaz şirketinden
gelecek insanları bekleyerek boşa harcıyormuşum gibi geliyor.
hayat, bu ketum insanlar ve akıl almaz açıklamaları
sonsuz bir çizgi haline geliyor.
bu konudaki bilgisizliğini hemen anlayabiliyor
ve faturana sıfırları ekleyiveriyorlar.
eminim ki sen burda olsan, bu asla olmazdı.
görkemli yaşamının bir parçası olabildiğim için
kendimi çok şanslı hissediyorum.
dünyadaki bütün zamanlar bizimmiş gibi,
etrafta dolanıp ahmaklık edip durduk.
şu ana kadar sürekli
"aramanız bizim için önemlidir" kaydını dinleyip durdum.
ama hayır, lanet olsun ki öyle değil.
kim kaydetti bunu?
yumuşak, psikiyatrist gibi bir ses koyuyorlar.
bu kadar samimi görünüp öyle olmamayı nasıl beceriyorsunuz?
43 dakikadır sırada tutuluyorum.
Telekom idaresi, o kelimeleri kullanmaya ihtiyacınız yok
o kaydı şöyle değiştirmelisiniz;
"şu anda buraya düşürüldünüz,
sıraya atıldınız ve sonra ne olacağı hakkında
lanet bir fikrimiz bile yok!"
(ayynı bizim telekom)
kapının arkasında asılı tişörtlerine bakıyorum.
orada asılılar, can sıkıcı ve çaresizce.
sahipsiz bir şekilde.
bana doğum planımı sordu.
tabii ki seni hayal etmekten,
seni tüm gücümle geri çağırmaktan başka planım yoktu.
doktora hiç hamileyken kocası ölmüş
bir hastası olup olmadığını sordum.
bana dimdik baktı ve şöyle dedi;
"hayır, olmadı.
terk edilmiş, kocasından ayrılmış hastalarım oldu.."
bugün hayat sigortan geldi..
belki de şu doğrudur ki
ebeveynlerimiz ölmeden önce
asla gerçek anlamda özgürlüğümüze kavuşmuyoruz.
uçakta etrafıma bakıyorum ve her yerde
senden daha yaşlı adamlar var.
mutlu gözükmüyorlar - nasıl olmazlar?
hala nefes alabiliyorlar..
çok çalış, hiçbir şey bekleme, kutla.
dünyada ölümün bizi bulamayacağı
hiçbir yer yok...
ölümün bizi nerede beklediğini bilmiyoruz,
böylece bize her yerde onu beklemek kalıyor.
artık biri için özel olmamak,
birinin "eş"i olmamak çok zor olacak..
bu sabah yatakta yanımda yatan bebeği seyrediyordum.
etrafta renkli süsleme lambaları gibi
onca dikkat çeken şey olmasına rağmen,
o boş bir duvara bakarak gülümsüyordu.
sanırım ilişkimizi kendi açımdan canlı tutuyorum ama
bana katılacak kimse yok.
cümlemi bitirecek, cevabı anında verecek,
alay edecek, alkışlayacak kimse yok.
bilmek istiyorum,
eğer içine hava üflemeye devam etmezsem,
ruhun ölür mü?
seni hala seviyorum,
fakat burada olmaman bunu giderek zorlaştırıyor.
şimdi neyi seveyim?!
sanıyorum ölüler,
çok belirgin bir şekilde azalmayı,
daha az yer kaplamayı sürdürüyorlar.
her şeyin cevabı sende vardı.
seni dinlememeyi seçtiğim zamanlarda bile
bütün cevaplar sendeydi..
artık telefon numaranı hatırlayamadığım gün,
nasıl bir gün olacak?
ah..
yarın doğum günün.
biliyorum, bunu hiç umursamazdın
ama ben umursuyorum.
bir yıl daha yaşlanmış olamayacaksın,
senin saatin durdu...
kısa bir hayat yaşadığımızı yavaş yavaş kabulleniyorum.
dünyada hep çok vaktim olduğunu düşünürdüm.
bir çuval dolusu fikirle bekliyordum
ve onları yaşatmaya cesaretim yoktu.
sen bana cesaret verdin.
birbirimizi değiştiremeyeceğimizi söylediklerini biliyorum,
ama sen beni değiştirdin.