evet okuyucu,
senin de daha önceden bildiğin
(ve bir kısım için beklediğiniz)
üzere nişanlandım.
bunu bu sabah elimde yüzükle uyanınca farkettim.
detaylar bi sonraki postta demiştim,
o bi sonraki post işte tam olarak bu.
sabah erkenden kalktım,
bir kuaförün acımasız ellerine
kendimi teslim ettim.
hayatımda yaptığım en kötü işlerden biriydi.
ben pamuktan yapılmışım okuyucu.
bildiğin beyazım. böyle bembeyaz.
sunta gibi fondötenleri yüzüme sürdükçe
ağlayasım geldi.
kendimi yerlere çalasım geldi.
sonra oturup ağlamadım mı? ağladım.
hem de dakikalarca..
kuaförlere eğitim verirken
"yapma denilen şeyi ısrarla yap" şeklinde bi ders var sanırım.
ben diyorum şehlayım.
gözümün altını böyle çizersen çok belirgin olur
gözlerim kayıyo gibi olur.
ortadan başlama.
yok.
bildiğini okumak yaptığı en iyi iş.
ve en tuhafı ne biliyo musun okuyucu?
geçen hafta ben makyajın provasına gittim,
aman yarabbi kendime aşık oldum.
allahım dedim neler yaratıyosun.
aynı makyajı nişan günü
iki buçuk kat fazla paraya yaptı.
ama sanırım en kalitesiz malzemeyle.
zira tebeşirle boyansam daha güzel olurdum.
hatta boyanmasam çok daha güzeldim.
kağıt mendillerle yüzümü kazırken
"bu en kaliteli porselen malzeme,
asla çıkmaz" cümlesinin de
nasıl bir yalandan ibaret olduğunu anlamış bulundum.
ama o sildiğim kağıt mendilleri
götürüp kuaföre yedirdim mi?
hayır.
arada öyle ingiliz asilzadeliklerim vardır.
güya saat dokuzda beni bekleyen moda evici
saat on bir buçukta gitmiş olmama rağmen
düğmeleri diktirmemiş,
ütüyü yaptırmamıştı.
kırk beş dakika bekledim.
beklemek problem değil,
dış mekan fotoğrafçısını bir saat on beş dakika bekletmiş olduk.
bize ne kaldı çekim için?
sadece kırk beş dakika.
hayır dedim.
moralini bozma.
tamam, ağlayıp maymuna dönmüş olabilirsin.
hepsi geçti.
hepsi geçti.
mutlusun, bu seni güzel gösterecek tek şey.
gittik, kırk beş dakikamızın içinde
ennfes fotoğraflar çekindik,
çok eğlendik.
arada mızıksak da dönüp baktım,
gülmediğimiz, eğlenmediğimiz,
mutlu olmadığımız tek kare yok.
yağmur yağmadı!
bunun için dua eden herkese sonsuz teşekkürler.
en birinci biz olduk!
eve geldik,
ay zayıf görünelim diyen gelin damatların aksine
dana gibi yemek yedik.
misafirlerden köşe bucak kaçtık,
allam saat beş olsa da gitsek de
şu merdivenden bi düşmeden insek de
şu gece bi bitse diye dakika saydık.
bu arada gidip gelirken
tarlatanla arabaya binmenin hiç de zor olmadığını farkettim.
üstelik ne kadar da kuyruğum vardı.
gelinler!
ne kapris yapıyonuz oğlum?
şımarmayın.
gayet rahat bişey o.
yok eteğimi kaldır yok kuyruğumu tut.
bundan sonra gözünüzün yaşına bakmam.
evden çıkmadan minnak'a sordum
beni başkasına kaptırdın
üzgün müsün coyi dedim,
gözleri herşeyi anlattı.
neyse, herkes aşk acısı çekebilir.
salona geldik.
masaların hazırlanmış,
ilk servislerin yerleştirilmiş olduğunu gördük,
içimiz rahatladı.
yedide başlayacak organizasyona
bazı misafirlerin neden bizden önce
saat beşte geldiğini anlayamadan
ön çekim yapmaya çalıştık.
ve yine o misafirlerden çekindiğimizden
ağzımızın tadıyla bi çekim yapamadan
gelin odamıza çekildik.
tam bi çekilme olamadı,
o kısımda da anlayamadığım konular döndü.
insanlar mı garip yoksa ben mi,
tam bilemiyorum henüz..
ve gelin odasında ne gördük?
bi sor ne gördük?
bu yaşıma kadar gördüğüm en ince davranışlardan birini..
her derdimde yanımda olan,
bana tavsiyelerde bulunan,
çocuğuymuşum gibi sabırla dinleyen,
yüzümü güldüren,
hiç görmediğim biriyle de kardeş olabileceğimi öğreten
eşek sıpası zeynep
(gülsüm hanımcığım, sizleri tenzih ederim)
bana beynime glikoz gitsin diye
dünyanın en tatlı hediyesini göndermiş.
var mı böyle özenli, düşünceli, ince,
akıllı, zeki, güzel, esprili insanlar deme.
sözlüklerde bunun için başlıklar açma.
zeynep var!
ama benim. nıhaha!
gözlerimi dolduran kart,
daha önce yine beni mutluluktan ağlatan
bir diğer kartının yanına itina ile tutturuldu.
(yazar burada zeynep'e sesleniyor)
sen dün bana
etrafımdakilerden düşünmesi gerekenlerin düşünmediği,
hiç beklemediğim bi incelik yaptın.
sadece terazi olduğun için
bu kadar ince olmadığını biliyorum.
çok teşekkürler,
defalarca teşekkürler..
sen bu bloğun bana kazandırdığısın.
çok teşekkürler..
insanlığını gösterdin,
helal et!
takı töreni yapmadığım için çok mutluydum.
yapmayın öyle şeyler,
kuyruğa gerek yok.
insanları yemeklerinin başından kaldırıp
ayakta bekletmeye gerek yok.
bana takı takın diye beklemeye gerek yok.
vardır elbet herkesin bi bildiği, yakıştırdığı...
tabi bu arada yemeğinin başından sadece ayağa kalkıp
bi hayırlı olsun demeyi çok gören insanların da
var olduğunu bilmek paha biçilemezdi,
öğrendiğim iyi oldu.
ayrıca işin şöyle bi çok güzel tarafı var.
özenerek seçtiğin, yanında olsun istediğin
ve seni kırmayarak gelen insanların
hangilerinin nezaketen
hangilerinin seni mutlu etmek için geldiğini rahatlıkla anlayabiliyosun.
kimilerine gözün kaydığında
nazar olmasın diye seni okuyup üflerken görüyosun,
kimilerini kıskançlıkla incelerken,
kusur ararken.
he kıskanılacak bi tarafım mı vardı?
hayır.
ama insanlar tuhaf..
ben şanslılardanım okuyucu.
kalan hayatımı rahatlıkla geçirebileceğimi düşündüğüm
bana her seferinde sevgiyle baktığını gördüğüm
bi adamla evleniyorum.
benim için tüm imkanlarını seferber eden bi babaya,
en iyisi benim olsun isteyen bi anneye,
doğduğum andan itibaren
tek bir an bile yalnız hissetmememi sağlayan iki dedeye
(ki sanırım kendileri bana hayatın en büyük hediyesi),
öğütleriyle beni sakinleştiren bi babaanneye
(kadın sabır taşının can bulmuş hali),
yüzümü güldüren bi anneanneye,
hayatımı sahiden kolaylaştıran bi halaya,
yenisi gelse de yeri hep ayrı olacak olan
evin oğlu, en birinci eniştesi,
hatta ailenin en sakin erkeği zafer enişteme,
yenisi gelse de yeri hep ayrı olacak olan
evin oğlu, en birinci eniştesi,
hatta ailenin en sakin erkeği zafer enişteme,
etrafımda peri kızları gibi uçuşup
her ihtiyacımı anında gören kuzenlere,
dilinden benim için duası düşmeyen bi dayıya,
o varken bana bişey olmaz ki dediğim bi amcaya,
nefsime hep doğruyu gösteren bi yengeye,
zeynebe,
şapşal da görünsem
tüm samimiyetleriyle bana prenses muamelesi
yapan akrabalara sahibim.
hele sabah benle kuaföre gelmiş olanı,
senin melek kanatların var!
ömrümden eksik olmasın dediğim
dokuz dostum var.
yalnız bırakmayan çok yakın arkadaşlarım da var,
arkadaşlarım da.
onlarca.
onlarca.
ama dokuz dostum var.
eksik olmasınlar allahım, ne olur..
tüm bunlara sahipken
artık insanlardan incelik beklemeye ihtiyacım yok.
neden düşünceli davranmadılar diye sorgulamam yersiz.
çünkü bana ince davranan,
mutluluğumu isteyen,
yüzümü güldüren,
çoğu insanın sahip olmadığı
maddi ve manevi pek çok şeye sahip olmamı sağlayan
onlarca insan var.
ne fazlasına ihtiyacım var,
ne eksiğinin yoksunluğunu hissetmeye yüzüm.
ben çoğunuzun hiç bilmediği kadar mutlu,
kocaman bi ailenin çocuğuyum.
belki çoğunuzun hiç karşılaşmadığı kadar
iyi niyetli ve ahlaklı bi insanın eşi olmak üzereyim.
ve nefsimle çoğunuzun hiç girmediği kadar
bunlara layık olmaya çalışma çatışmasına girmiş bulunuyorum.
dediğim gibi,
ben şanslılardanım..
elime sadece bir yüzük takmış değilim,
çok şey öğrendim.
biliyorum sıkıldın,
bu post çok uzadı.
onları da bir neler öğrendim postuyla
engiiin tecrübeler sonucu olarak yazarım.
duaların için teşekkür ederim okuyucu.
yanımda olduğun için..
tüm streslerimden arındırıp
beni sultanlar gibi ağırlayan
sultan sarnıç ekibine de teşekkür ediyorum,
son dakikada beni doyurmaya çalışan
garson kıza da.
gelemeyip arayan, çiçek gönderen,
keşke yanında olsaydık diyen herkese
özellikle şu çiçeği gönderenlere çok teşekkür ediyorum;
çiçeğe ne sıkmışlar bilmiyorum ama
odaya her girdiğimde
temizlik reklamlarında
perdelerin kokusunu alıp ortada dönen kadına dönüşüyorum.
oh la la!
yüzüğüme sarılayım da uyuyayım.
beni sultanlar gibi ağırlayan
sultan sarnıç ekibine de teşekkür ediyorum,
son dakikada beni doyurmaya çalışan
garson kıza da.
gelemeyip arayan, çiçek gönderen,
keşke yanında olsaydık diyen herkese
özellikle şu çiçeği gönderenlere çok teşekkür ediyorum;
çiçeğe ne sıkmışlar bilmiyorum ama
odaya her girdiğimde
temizlik reklamlarında
perdelerin kokusunu alıp ortada dönen kadına dönüşüyorum.
oh la la!
yüzüğüme sarılayım da uyuyayım.