"buralarda yoğuken neler yaptım postu"yla karşında olucam
ama öncesinde anlatmak istediğim bi olay var okuyucu.
iftarlarda akşam namazının sıkışması durumu
iftarda nereye gitsek diye sorduğunda
cevabın "mescitli bi yeree" olmasını gerektiriyo bizim için.
mescitli adam gibi yerler aratınca da
oov yeni açılmış gitsek mi ya denecek seçenekleri
karşımıza çıkarıyo.
hüsn-ü ala da bizim için bunlardan biri oldu.
anlamı güzeller güzeli demek,
manzara için koşulsuz şartsız söylenebilir de
personel tarafından yapılan muamele için
aynı şeyi söylemek mümkün değil.
kendilerini pazar günü aradık,
telefondaki pek sempatik sekreter hanıma
"daha önce gelmedik, manzaranız çok güzelmiş
rica etsek manzaralı ve sakin bir yer rezerve etmeniz mümkün mü?"
diye sorduk.
aldığımız cevap aynen şu şekildeydi;
"pazartesi için mümkün değil fakat
çarşamba ya da perşembe isterseniz sizin için
kenarda bir masa ayarlarım."
terazi olduğumdan garanticiyimdir.
tekrar sorduk;
"tamam öyle diyorsanız çarşamba ya da perşembe olsun
fakat bir karışıklık olmaz, not edersiniz değil mi?"
elbette cevabını aldık,
iyi akşamlarımızı diledik,
çarşambada karar kıldık,
ben kendisine öpücük attım ama görmedi kapattık.
ayarlayamam dese yok ayarla diyecek değiliz,
tamam o zaman siz bi masa ayırın demek durumundayız neticede.
yani teklif eden kendisiydi.
çarşamba akşam gittiğimizde
masalar hazırlandığından içerde beklerken
ben enverin beynini yedim.
sorsana, yandaki masalar çok kötü
bak biz iki kişiyiz kesin bizi kıyıya köşeye atarlar sorsana
sor sor sor sorsana sor sor
hangisi bizim masamızmış sorsana sor diye.
adam sabırlı.
yok semacım öyle dediler kenardakilerden biri bizimdir dedi
ben de tamam dedim,
arada böyle uysallıklarım olur.
ezana yarım saat kalmışken masalar hazırlanmıştı,
elinde listesi olan adamın masa şefi olduğunu anlayacak kadar zeki olduğumuzdan gidip adımızı söyledik.
ve harika giriş kapısı manzaralı,
tam da bize söz verdikleri istikametin zıt tarafına bakan
en önemlisi yanındaki masayla arasında
iki parmak mesafe bulunan masamızla tanıştık.
şef beyefendiye "e ama" dedik "biz telefonda böyle böyle konuşmuştuk"
benim sekreterim öyle şey söylemez dedi.
aynen bu netlikle.
yalancıyız çünkü biz.
sekreter hanfendiyi çağırdık,
kurduğumuz cümleler bunlar bunlar değil miydi dedik.
"evet, öyle dedim, isminizi çarşamba gününün
listesinin en başına yazdım
ve yanına da not düştüm" cevabını aldık.
ama şef bey hala inanmamakta ısrarcıydı.
sanırım sekretere para yedirdiğimizi falan düşünmüş olacak.
yoksa kadın öyle söylerken yok canım muamelesi yapmanın ne nedeni olabilir..
"bakın on çift fazlam var, onları nereye alacağımı bilmiyorum,
yan masalardan birini ayarlayamam
siz şimdilik burda oturun
bi dahaki sefere tekrar konuşuruz" dedi kensi.
yok canım sağol dedik çıktık.
enver edepli bi insan olup el sıkışarak çıkmasa
ben orda çatır çatır kavga etmiştim, edemedim içimde kaldı.
şimdi bazı sorularım var.
bir işletmenin, bir söz verip
insanların programını değiştirdiği halde
sözünü tutmaması ne kadar prestijli bir davranıştır?
masa kapasitesi belliyken
on çift fazla yazıp bunu bahane olarak sunmak
"nasılsa birileri gelmez, sığdırırız" mantığı mıdır?
birinci seferde misafirini ağırlamayı beceremediysen
ikinci seferin garantisini sana kim vermiştir?
sekreter "evet ben söz verdim ve not ettim" yazdığı halde
o notu, kurduğu cümleyi görmezden gelip
bizim istediğimiz masa kime ayrılmıştır?
(bazen bizim de paramız oluyo tamam mı)
iftara yirmi dakika kala,
başka yemek yenecek yerin kolay kolay bulunmadığı bir yerde
hadi yer bulunsa boş masa bulunamayacakken
böyle bir terbiyesizlik yaparsan
o müşteri de sana oruç ağzıyla beddua etmez mi?
canlı müzik yok değil mi, varsa gelmeyeceğiz dediğimiz
"hayır müzik yok" cevabını aldığımız halde
giriş kapısına asılan öküz gibi
"canlı fasıl ve semazen gösterisi" afişi neyin nesidir?
şimdi dicen ki manzara çok mu önemliydi be semmma.
yok okuyucu, hiç değildi.
zira ben o manzaranın tam dibinde, aynı açıyla aynı yere bakan
istanbul üniversitesi botanik binasında dört yılımı çürüttüm.
hatta bıktım o manzaradan diyebilirim.
birazdan evin balkonuna çıksam daha güzeli de var ayrıca.
ama insanların isim yaptık gelen giden önemli değil
sen gidersin başkası gelir tavrı çok çirkin.
he ben giderim başkası gelmez mi?
gelir.
ama ben bi daha gelir miyim, eşimi dostumu gönderir miyim,
bunu da herkese anlatmaz mıyım?
bir güzeller güzelini kaybettin hüsn-ü ala,
şimdi sen düşün!