hellö!
melaba tatlım naber?
bi gezineyim dedim bloggerlar neler yazmış
napıyolar diye,
içimi kararttınız anacım.
herkes battaniyesine sarılmış, karanlıktan muzdarip,
soğuk havaymış planları bozulmuş gezememiş falan.
böyle boydan boya
halepte çocuklar ölüyo, bi koca soy kırılıyo
oğlum neyin gezmemesine üzülüyonuz
yazasım geldi ama dedim herkesin şeysi kendine.
an itibariyle tam olarak
1 sene, 29 gün, 2 saat ve 9 dakikadır ankaralıyım.
gelirken çok ağladım evet,
hala ağlıyo muyum?
eee veeet!
ama yapıcak bişey yok.
öncelikle dua edin, bi an önce kalan ömrümüzle ilgili
yerleşik bi hayata geçelim de
ben kanser manser olmadan,
depresyonlardan depresyonlara garkolunmadan önce
kendime gelme fırsatı bulayım.
-kimsenin işinin olmaması ve hepsinin oturup
bana dua etmesi-
şimdi canım ankara sandığım kadar lanet bi yer değilmiş.
-yazar burda canım derken ankarayı nitelemiyor,
okuyucuya sesleniyor.-
tamam, hep ayaza uyanıyoruz.
tamam, gezecek eğlenecek çok yer yok.
tamam, insanı selam vermekten aciz.
donuk, ruhsuz, mutsuz, hatta darılmasınlar ama
hatrı sayılır miktarda ankaralı sahiden nursuz.
ama napalım yani,
bi yerden başlamak lazım dimi?
bi yerden başlama kararımı da bi sene sonra vermiş olmanın
haklı gururunu yaşıyorum.
mesleğimi icra etmiyorum, evet.
şöyle faydalı olayım bi vakıf bi dernek bulayım
gönüllü öğretmenlik yapayım istedim
ama ankara insanının maneviyatıyla uyumsuz olduğumdan
berille de koalasal hayat yaşadığımızdan o da kaldı.
stresli bi gün geçirdiğimde
-ki her güne tekabül ediyo-
stresli bi gün geçirdiği için
stresli gelen bi eşim,
anne demeyi öğrenmesine galiba fazla mutlu olduğumu anladığı için
saniyede yetmişaltıbuçuk kez anneööğ diye bağıran bi sıpam var.
bunları artılar tarafına yaz.
konuşucak kimsem yok,
bi tane arkadaşım yok,
kapısını çalıp gel bi kahve içelim kurabiye de yaptım diyebileceğim
bi komşum yok.
berilin hiç arkadaşı yok.
gün içinde onu oyalayabileceğimoyun eviydi, kreşti,
sübyan mektebiydi gibi bişeyler yok.
ev işine yetişmeye çalışıp hiçbişeyi tam olarak oturtamayışım var.
genelde sıkıntıdan kaynaklı mide bulantım,
uykusuzluktan kaynaklı göz yanmalarım,
berilin kafamda yatmasından kaynaklı
-hakikaten kafamda yatıyo-
baş ağrılarıyla uyandığım sabahlarım var.
çoğunlukla kasiyere teşekkür etmenin
yaş grubum bi insana kurduğum tek cümle olduğu günler yaşıyorum.
o da rica edecek nezakette pek kasiyer olmadığı için
-zannediyorum kasiyerlik ankarada
mahkumlara iyi halden verilen toplumsal görevlerden-
monolog halinde kalıyor.
yani anladın mı,
ne kadarını anlayabildin bilmiyorum ama
kimsem yok baya.
ama ne diycem,
şöyle bi blogları dolaştım da
ben bu sabah mutlu uyandım.
kalktım hazır mevsimiyken ayva reçeli yaptım,
kabak tatlısı koydum,
onca soğuğa rağmen gidip berille kendime dondurma ısmarladım.
aynaya baktım,
öf be beş kilo versen daha da derdin tasan kalmaz dedim.
sonra vücudumdaki beş miligramlık kitleyle değil
beş kiloyla ilgilendiğim için şükrettim.
şöyle bi bakındım,
dağınık ama başıma çökmemiş çok şükür ev.
enkaz altındaki on aylık bebeğin annesi ben değilim.
bi deniz havası olayını çoktan geçtim,
gezecek hava alacak pek imkan yok burada evet ama
kapı kapı doktor gezip derman da aratmıyo allah çok şükür.
yani ben bu sabah anladım ki
benim en büyük meşguliyetim
kendimi faydalı hissedecek bir meşguliyetim olmadığını düşünmek.
işe bu konuyu çözmekle başladım.
du bakalım var bi takım projelerim.
sermayem aklım, bedenim.
ben kendime yeterim.