25.8.18 10 yorum

sadeleşmek

melaba okuyucu!

gördüğün gibi konuya süper bir giriş yaptım;
konu minimalizm olunca başlık da pek kısacık.
ama anlatacaklarım öyle değil, yaklaş.

geçen sabah uyandım ve instagramın hayatımızı mahvettiğine kanaat getirdim.
ooo onda varmış bende de olsun hesapları,
indirim insert hesapları,
ucuzluk marketleri gezileri ve sayelerinde eve giren milyonlarca
kalitesiz plastik ürün,
başkasının üstünde görüp bize de aynı şekilde yakışacağı düşündürülerek
alınmış beğenilmemiş gardroba atılmış kıyafetler,
sunum delilikleri,
pembik geberik gelin evleri,
daha fazlasını ve daha yenisini sürekli istemeler..

periyodik olarak marketlere gelen ve hunharca kapışılan dolap içi raflar var mesela,
ama benim neden fazla eşyam var da bu rafa ihtiyaç duyuyorum
bunu alacağıma onları elden çıkarayım diyen pek yok gibi.

sıkıldım.

sadeleşme ihtiyacı duydum.

önce instagramda geçirdiğim zamanı azaltarak başlamalıydım.
sonra kullandığım eşyaları,
harcadığım parayı,
insanlardan beklentimi,
bana faydası olmayan ya da negatif enerji veren insanları,
yediğim yemeği,
varlığıma katkısı olmayan eylemleri.

karşılığında daha fazla alan, 
temizlik için daha az zaman,
tüketmekten değil üretmekten kaynaklı mutluluk,
ailem ve sevdiklerimle daha kaliteli vakit,
yetişme telaşından kurtulmak,
daha geniş, daha sade, daha pozitif yaşamak gibi hedeflerim vardı.

tam bir minimalist gibi özün özü üç beş parça eşyayla
bomboş alanlarda yaşamaya müsait değiliz Türk olarak.
misafir kültürümüz, çeyizi eksik olmasınlarımız,
aman ne derlerimiz belimizi fazlasıyla bükmekte.

ama o kamburlardan kurtulmanın benim için tam zamanıydı.
nereden başlasam diye düşünmedim,
işe mutfaktan başlamalıydım.

ankara'da 170 metrekare, 3 banyolu beş odalı
mutfağı istanbulda ortalama bir dairenin salonu kadar olan
çok dolaplı bir evde yaşıyorduk.
salon takımının vitrini, konsolu, adını bilmediğim ama
bi yemek takımı daha al bende boş çekmece çok ya diyen
bazı eşyaları falan hıncahınç doluydu.

istanbula döndüğümüzde yine görece geniş,
her eşyayı sığdırdığımız bir eve taşındık.
ama iş ev sahibi olmaya gelince
nasibimize ufak tefek bir ev düştü.

bu aşamada salon mobilyalarını, vitrinleri
konsolları eve sığdıramadık.

evlenirken babamın o da güzelmiş bu da çok şık diye
fazla fazla aldığı 3 tane 12 kişilik, 2 tane 6 kişilik yemek takımım;
2 kahvaltı setim, 2 günlük 2 misafirlik
12şer kişilik çatal bıçak setlerim vardı.
ve sırayla pişirsem üç dört gün sürecek kadar çok
granit, seramik, aman çelik de eksik olmasın tencerelerim.

kullanılmamış olanları letgodan sattık.
kullanılabilecek ama bizim ihtiyacımız dışında kalanları yolladık.
elimizde sadece bir misafir yemek takımı 
bir çelik tencere tava seti kaldı.

günlük kullanım içinse luminarc ve ikea'nın kırılmaz,
sade, düz beyaz dayanıklı tabaklarından 8er tane takımladık.

sonuçta hepsi kullanılan eşyalarla dolu
ufak bir mutfağımız oldu.
ama bu sadeleşme olayı beni daha fazlasına itti.

kullandıklarım da fazla gelmeye,
daha azıyla idare etme ihtiyacı doğmaya başlayınca
olanları yarıya indirmekte buldum çözümü.











buzdolabında ve baharat erzak kavanozlarında
evlendiğimden beri plastik saklama kabı,
tupperware ya da benzer ürünler yerine
cam kavanozlar kullanıyorum.
bu alanda sadeleşme, düzen ihtiyacı duymadım bu yüzden.

aynı anda erzak saklamak,
yoğurt mayalamak,
yeşillikleri daha uzun süre taze tutmak,
baharatların böceklenmesini önlemek,
et ve tavuk suyu, reçel, salça yapıp saklamak,
porsiyonlar halinde kullanabilmek için kolaylık sağlıyor.

hepsi aynı olunca daha bir derli toplu
daha uyumlu gözüküyor sanki.
cam hem ekonomik hem estetik açıdan
en kullanışlı malzeme mutfakta.




yani okuyucu,
bi yerden başladım.
berilin odasından çok umutlu değilim ama,
darısı diğer odalara.

öperim :*
















13.4.18 0 yorum

lan oğlum ezdirmeyin kendinizi. canavar gibi grupsunuz lan.

böyle böyle sayıklayarak başladım güne.
zira üniversite çağımın efsanesi,
çok kişi bilmez ama bilen de baya baya bayılır gruplarından
çamur'un harasını sabah radyoda duydum bi.

e dedim bu çamur değil.

sene 2006.
sibel tüzün süper star diye bi şarkıyla yurovizyona katılıyor.
ellerimizi gözümüze kapatıp parmak arasından bakarak,
bu ne ya bu ne diyerek izliyoruz. 

ben üniversiteye başlıyorum,
hayatım boyunca yanımda olacağını umduğum dokuz kardeş ediniyorum kendime.

sabahları hazırlanırken mtv türkiye açıyoruz.
avril lavigne komplikeydıt diyo,
eminem falan var daha iluminatiye kafa tutup piyasadan silinmemiş.

reptilyanlar ve reptilyanainanırcılar hayatımıza,
soya filizi salatalara,
canerle berke henüz esra erola girmemiş.
iskenderin yanına yoğurt istemeyim de daha çok iskender koysunlar diyen
ufak hesapçı grup da hayatımızda yok daha.
yani çok temiz, çok minimal çok steril bi hayat yaşıyorum.

kulaklığımı takıp haradan çamur dinliyorum;
odamın duvarlarını laciverte boyarken,
bitki anatomisi dersinde pinnat yaprağa ilgi duyuyormuş gibi gözükürken.
yani bi üst neslim için kartel neyse benim için de bu grup bu.

o yüzden fevkalade bi üzüntüyle burdan çamura sesleniyorum;
bana yine gül yüzünle geeeğl!













 
;