buongiorno okuyucu!
farkettiysen
-ki etmediysen analık hakkımı helaletmem-
ne zamanlardır doğru düzgün bloğun başına geçtiğim yok.
acayip mide bulantıları ve
"ben bu çocuğu kusarım huleyn!" nidaları arasında,
klozetin hemen yanıbaşında kendime
yeni bi mekan edinmiş durumdayım.
bence banyo duvarları fayans yapılmamalı.
bi kitap rafı, bi ketıl kupa çay kahve konacak tezgah,
bi tablo falan istiyo insan orda yaşamaya başlayınca.
delemiyosun fayansı, cok saçma.
neyse okuyucu,
olayın bilimsel yönüne gelirsek
vücudum parazitine alışma süreci geçirirken
-yok yavrum sana demedim.-
(okur falan ilerde..)
psikolojim oldukça fena bi halde.
en ufak bi dayatmaya bile dayanamaz haldeyim.
bebeğin cinsiyetiyle ilgili yapılan yorumlara
"öbür cinsiyetten olursa sevmeyin o zaman, tamam mı?!" diye çatasım,
hastane önerilerini
-ki kendileri öneri değil sahiden saçma bi bağlılık-
"burda oturan orda doğurmak zorunda mı?
sevmiyorum, soğuk ve itici bi yer.
allah aşkına tek bi sebep söyleyin ya!?" diye sorgulayasım,
evde yalnız geçirdiğim her dakika camı açıp
teletabiler gibi güneşle konuşasım,
benim bi tabipüre yapanım yok ki diye ağlayasım geliyo.
allahım inşallah nolursun ben hamileyken deprem olmasın,
ben ölürsem bebek nolur, bebeğe bişey olursa ben nolurum,
enkaz altındaki insanları kim kurtarır,
kalanlar nerelerde yaşar, ya okullardaki çocuklar?!
allahım lütfen diye
doğadaki bütün felaketler için tek tek dua ediyorum.
televizyon hayatım bitti.
hayır, artiz değildim, izlemekten bahsediyorum.
yetenek sizsiniz falan izleyemiyorum okuyucu,
olur da birini
"yav bu buraya çıkarken anası babası hiç mi durdurmamış" diye kınarım,
çocuk onlara benzer diye.
karnımda arabesk rap yapmasını,
fitbol topuyla şovlardan şovlara koşmasını,
beni bi balonun içine sokmasını falan istemem.
açık oturum falan hak getire zaten.
çocuğumun bir ceviz kabuğunda,
bir dinamit lokumunda doğmasını istemem.
oğ diyır!
yemek programı desen,
"elleriynen karıştırdıığ!"
"tezgaha koyduuğ!"
"öğğk rengine bak!"
efektleriyle on saniyede bir
kusmaya koşmakla sonuçlanıyo.
hemen arkasından
"ya bebek beslenemezse, sürekli kustuğum için
ya bi yeri eksik olursa" diye pişmanlık hissediyorum.
ama ne onun beslenmesi, ne midemin ayrı bi birey gibi takılması
benim elimde olan şeyler değil..
en fafori gündüz programım
diskaviri çenıl'da buddy'yle pastacılar kralıydı,
ta ki bi müşteri
"pastanın kenarından kollar çıksın istiyorum" diyene kadar.
karnımdan çıkmış kollar bacaklar hayal edip
televizyonu nasıl bi hızla kapattığımı bilmiyorum..
ama zararım kendime.
henüz envere yaz meyvesi aratmış,
gece yarısı kaldırmış, ordan oraya koşturmuş değilim.
niyetim de yok.
ilk aşermem tatlıyaydı,
"allahın aşkınaa, noolursun lütfen yalvarırım
gelirken tatlı aaal!" mesajının ardından
tatlı niyetine duvarları yalarken bile
aman aramasın zorlanmasın diye
"sütlü nuriye de olur, fıstıksız bişey olsun da
cevizli bişey de olur, tulumba da olur,
lokma da olabilir. bak halka tatlı bile olur"
şeklinde alternatif sunmakla meşguldüm.
arada böyle düşünceli taraflarım vardır.
ömründe ilgi görmemiş, bişeylere sahip olamamış,
hamileliği de şımarmak için tek süreç zanneden
yetinememiş insanlardan olmak istemiyorum.
beslenme düzenim de
günde bi öğün akşam yemeğinden
sabah kalkınca bi çikolatalı gofret,
öğlen çeyrek kavanoz nutella,
arada bol bol küp şeker,
akşam dolu tabağa götürülen boş çatal
ve yemek yeme taklidine dönüştü.
bi yandan da kilo kaybediyorum,
sanırım hamilelikteki mucize bu olsa gerek!
hamilelik diyeti!
çok yakında piyasalarda!
korkularım gün geçtikçe artıyo,
daha endişeli, daha düşünceli, daha suskun oluyorum.
artık yalnız değilim, biliyorum ama
daha yalnız hissediyorum.
belki tüm bunları düşünmemek için
kafamı koyabildiğim her yerde uyumaya çalışıyorum.
ama ben bunların hepsine şükrediyorum,
midemin bulanması bebeğin sağlığına,
sürekli zırlamam hormonların düzenine işaret.
dünyaya bi bebek getirmek,
bi insanın hayatındaki en mucizevi süreç.
ve erkekler!
biz sizden daha şanslıyız!